Özlenen Rehber Dergisi

112.Sayı

Bir Devrin Yükselen Son Sesi: Hüsn-ü Aşk - 2.bölüm

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 112. Sayı

’Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz’


beytiyle, Hüsn-ü Aşk adlı mesnevisinin ne denli eşsiz bir yapıt olduğunu belirten Şeyh Galib’in, bu eserinden bölümler vererek geçen ay kaldığımız yerden yazımıza devam edeceğiz.
Galib Dede, Hüsn ve Aşk’ın da mensubu oldukları Muhabbet Oğulları kabilesinin özelliklerini verdikten sonra kabiledeki tuhaf bir hadiseden bahseder. Bir gece yeryüzünde ve gökyüzünde garip olaylar birbiri ardına sıralanır. Karanlık ve aydınlık, korku ve ümit bu gece iç içe girmiş; bir taraftan huzur yağmurları boşalırken diğer taraftan bela doluları yağar olmuş. Çileli âşıklar Hüsn ve Aşk işte bu gece doğmuşlardır. Doğdukları gece yaşanan tuhaf olaylar, onların atileri hakkında pek çok şeye cevap olmuştur. Ömürleri de aynen doğdukları gece gibi sıkıntılarla geçmiş, bir yandan ümitler yeşerirken, diğer yandan korkular bu iki âşığı esir almıştır. Aynen bir tasavvuf yolundaki salikin seyr-i sülükte karşılaşmış olduğu çetin yollar gibi.
Hüsn ve Aşk, ilerleyen yıllarda Edeb Mektebi denilen bir okula devam ederler. Onların hocaları ise Galib’in:
’Amma ne Cünun şeyh-i kâmil
Müfti-i müdebbiran-ı akil’ Molla Cünun’du ama kâmil bir şeyhti. Akıllı tedbirli insanların müftüsüydü diye tabir ettiği Molla Cünun’dur. Derslerinin konusu gayet dikkat çekici: Rıza ve teslimiyet… Sanki belalara karşı şimdiden boynunuz kıldan ince olsun der gibi.
İşte bu iki âşık arasındaki ilk aşk parıltıları da bu mektepte okurlarken ortaya çıkmıştır. Her geçen gün bir kat daha artan aşkları pek çok kimsenin hayalini dahi kuramayacağı seviyeye ulaşır. Bazen Hüsn ve Aşk mektepten fırsat buldukça kaçamak yaparak Mânâ Mesiresi denilen yere gezmeye giderler.
’Nüzhetgeh-i Mâni öyle bir yer
Kim abı benefşe hâki anber’ Mânâ mesiresi öyle bir yer ki suyu menekşe, toprağı anberdi diye tarif edilen bu garip yer, tasavvuf yolundaki dergâhları, tekkeleri, mescitleri andırır. Zaten ilerleyen günlerde Aşk’a önündeki çetin yollarda bir mürşit gibi kılavuzluk yapacak olan, ikisi arasında aracı vazifesi gören Sühan ile de burada tanışırlar. Sühan’ın iyi bir şekilde tanınıp anlaşılmasına sanırım şu beyit kâfi gelecektir:
’Endişesi şeb çerağ-ı irfan
Sırdaş-ı zamir-i can-u canan’ Fikirleri irfan gecesini aydınlatır. Ve sevenin, sevilenin kalbine sır ortağı olurdu.
Ve Hayret… Kabile içinde sözüne pek fazla itimat edilen bir kişi olan Hayret, Hüsn ve Aşk için firkatin müsebbibi olur. İki sevgili arasındaki muhabbeti gören Hayret, bu âşıkların derhal ayrılmalarına hükmeder. Garip âşıklar çaresiz bir hâlde hükme rıza gösterirler ve birbirinden zor sınavlar, özellikle Aşk için, bu saatten sonra başlar. Hayret’in ikisi arasına ayrılık tohumu ekmesi yine ikisi içindir. Bu ayrılık vesilesi ile bir meyve gibi sabırla olgunlaşacak, aradaki muhabbet yağmurları bir sele dönüşerek ziyadeleşecek ve belki de en sonunda firak onları vuslata erdirecek.
Aşk, bu ayrılığa daha fazla tahammül edemez ve lalası Gayret’i de alıp Hüsn’ü istemeye gider. Başta Molla Cünun olmak üzere kabilenin ileri gelenleri Hüsn’e kavuşmanın öyle zahmetsiz bir şekilde olmasının mümkün olmadığını söylerler. Biçare kalmış olan Aşk onlara ne yapması gerektiğini sorar, şu minvalde bir cevap alır:
’Durma sefer et diyar-ı Kalbe
Can baş ko reh güzâr-ı Kalbe’ Kalp diyarına sefere çık ki gönül yoluna canını başını koyasın. Gözünde ve gönlünde Hüsn’den başka kimse olmayan Aşk, mektepteyken gördüğü derslere uyar, rıza ve teslimiyet gösterir. Kabiledekiler ona:
’Kıl andaki kimyâyı hâsıl
Gel bunda ol işte Hüsn’e vâsıl’ Oradaki tılsımı elde et ve burada Hüsn’e kavuş diyerek, Diyar-ı Kalb’e sefer etmesini ve orada kimyayı bulup getirerek Hüsn’e kavuşmasını söylerler. Söylerler söylemesine ama bu sefer esnasında karşılaşacağı bin bir güçlüğü de özetlemeden edemezler. Nakışlı ve bin başlı bir ejder, ateş denizi ve üzerinde mumdan bir gemi… Bin yıllık yol, gam harabeleri, matem sarayı… Saçının her teli yılan olan meşhur cadı, bir sürü vahşi hayvan ve korkunç gulyabaniler…
Netice itibariyle Aşk, bu ve bu türden bütün meşakkatleri göze alır ve lalası Gayret ile beraber Diyar-ı Kalb’e sefere koyulur. Aşk, bu yolda ilk adımını atınca ne mi oldu dersiniz?
’Çün girdi o merd-i râh râha
Evvel kademinde düştü çâha’ O yolun yolcusu daha ilk adımını atar atmaz bir kuyuya düştü.
Böylece Aşk ilk sınavına tabi tutulur. Bir mürit, nefis mertebelerini aşmaya çalışırken karşılaştığı zorlukları nasıl ki mürşidinin himmeti ve nazarı vesilesiyle aşıyorsa Aşk’ta, düştüğü bu kuyudan Sühan’ın vesilesiyle kurtulur. Sühan kuyunun başından onlara seslenir ve kuyunun dibinde bir ip olduğunu ve o ipe tutunarak kuyudan çıkabileceklerini söyler.
’Kim ol reseni tutarsa muhkem
Hıfzeyler anı o ism-i a’zam’ Bu ipi sıkı tutanı İsm-i A’zam korur. Aşk ve Gayret bu ipten sıkı bir şekilde tutar ve kuyudan çıkarlar.
Belalarla çevrili yolları, kuyudan çıktıktan sonra Gam Harabelerine uğrar ki bu mekânın her bir yanı ümitsizlik ve korku ile doludur. Harabelerde gördükleri: Şiddetli bir kış, karanlıklar denizi, akın akın gulyabaniler ve korkunç bir cadıydı. Galib Dede’nin tasvirlerini okurken bile insanın ürktüğü o çirkin suratlı cadı, onları kılıç ve şişlere hedef yapıp çarmıha gerer. Perişan bir hâlde olan Aşk sevgilisinin onu unuttuğunu, vefasız bir maşuk olduğunu düşünerek ye’se kapılır.
Bir mürşit timsali Sühan yine Hızır gibi yetişir, ümitsizliğe düşen Aşk’a müjdeler, hediyeler ve güzel haberler getirir. Aşk’a, Hüsn’ün onu unuttuğunu zannetmemesini, Hüsn’ün maşuk değil, bizzat âşık olduğunu söyler ve ona Hüsn’ün kudretini gösterir. O anda cadı köpek leşine dönmüş bir şekilde yerlere serilir ve kötülük edecek takati kalmaz. Cadıya esir olmasının sebebini soran Aşk’a, Sühan şu cevabı verir:
’Sen Hüsn adın eyledin ferâmûş
Cadu seni kıldı böyle medhuş’ Hüsn’ün adını unuttuğun için cadı seni böyle korkuttu. Ardından Aşk’a Hüsn’ün gönderdiği hediyeleri verir ki bunlar elmastan yapılmış mükemmel bir kılıç ve kanatları olan Aşkar isminde çok süratli bir attır.
Aşk, hiç vakit kaybetmeden tekrar yola koyulur ve bu kez yolu Ateş denizine çıkar. Ateş denizinde mumdan gemiler ve onları kullanan devler vardır. Aşk’ın bir şekilde bu ateş denizini geçmesi lazım ama nasıl? O bu düşünceler içindeyken Aşkar dile gelir ve onu bu denizin üstünden aşırabileceğini söyler. Çünkü onun kanatları vardır. Ateş denizini de Aşkar’ın vesilesiyle geçmiş olurlar.
Ateş denizini geçen garip yolcunun önüne bu sefer Çin sahilleri çıkar. Bu ülkede Hüşrüba adında bir güzel vardır ve Aşk, onu Hüsn’e benzetip gönlünü ona kaptırır. Hüşrüba’yı, ilahi aşka giden yolda beşeri aşkın temsilcisi olarak tarif edebiliriz. Aşk bir müddet güzelliğiyle insanı esir eden Hüşrüba’dan kopamaz. Sonunda Sühan yetişip kaleyi ateşe vermesini ve buradan kaçmasını öğütler. Denileni yapan Aşk bu beladan da sağ salim kurtulur.
Aşk, Kalp Kalesine varınca Sühan ona öyle bir söz söyler ki Galib’in anlatmaya çalıştığının da bizim vermek istediğimizin de özetidir aslında:
’Kim Aşk Hüsün’dür ayn-i Hüsn Aşk
Sen râh-ı galatta eyledin meşk’ Gerçekte Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk’tır. Sen hep yanlış yolda yürüdün. Bu saatten sonra Aşk, fenafillah denilen makama ulaşır ve vuslat perdeleri bir bir açılır. Ama Galib Dede bundan ötesinin göze görünmediğini söyleyerek sözü sükut âlemine vardırır. Rabbim hepimize o göze görünmeyen makamlara ulaşmayı nasip etsin.
Galib Dede, kitabın ’Şairane Övünme’ bölümünde eserini beğenmeyenlere pek güzel cevaplar verir.
’Engüşt-i hata uzatma öyle
Beş beytine bir nazîre söyle’ Öyle, yanlış diye parmağını uzatma da beş beytine bir nazire söyle. Ben bu kitabı yazdım, sıkıysa sende sadece beş beytinin benzerini yaz da göreyim. Mesneviden çalıntılar yaptığını söyleyenlere:
’Esrarını Mesneviden aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım’ Sırlarını Mesnevi’den aldım. Hırsızlık ettimse de beylik malı çaldım. Kendisi de bir Mevlevi olan Galib, çaldımsa da kendi beyliğimden çaldım diyerek karşıtlarını susturuyor.
Galib, daha sonra bu övünmelerden vazgeçip eseri oluşturmasına vesilenin mürşidi Mevlana olduğunu söyleyip kendini geri plana itiyor.
’Envar-ı füyuz-ı mürşid-i Rum
Âfâka fürugum etti mâlum’ Anadolulu mürşidin ’Mevlana’ feyzinin nurları, ışıklarımı ufuklara tanıttı. Şeyh Galib’in, mürşidi Mevlana’nın himmeti ve nazarıyla altı ayda tamamladığı bu nadide eseri iki buçuk asırdır dillerden düşmez. Bizde elimizden geldiğince bu güzel eseri sizlere tanıtmaya çalıştık. Umarım faydalı olmuşuzdur.

KAYNAKLAR
ŞEYH Galip, Hüsn ü Aşk, (Haz.: Orhan Okay, Hüseyin Ayan), Dergâh Yayınları, İstanbul 2010
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.