Özlenen Rehber Dergisi

103.Sayı

Anadolu ve Ortadoğu Tarihine Kısa Bir Bakış-2-

Ayhan ÖZKAN Özlenen Rehber Dergisi 103. Sayı
’Ortadoğu’ ifadesi çok geniş bir coğrafi alanı kapsar. Akdeniz’den Pakistan’a kadar uzanır ve Arap Yarımadası’nı da içine alır. Bu geniş coğrafya en eski yerleşim yeri olarak kullanılmış ve sürekli mücadelelerin, ticaretin, tarımın vs. insan faaliyetlerinin merkezi olmuştur. Biz daha çok, günümüzde Ortadoğu’nun kanayan yarası, Suriye, Irak, Filistin üzerinde durmaya ve zaman zaman buralarla irtibatlı olması hasebiyle de Kuzey Afrika’da yer alan Mısır’la alâkalı olmaya çalışacağız. Maalesef bu saydığımız bölgeler bugün de olduğu gibi geçmişte de çok kanlı mücadelelere sahne olmuş, burada yaşayan insanlar maalesef çok acılar çekmişlerdir.
Suriye, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) vefatından sonra İslâm Devleti’nin fethettiği ilk bölgelerdendi. Burasını daha sonra Irak, Filistin, İran ve Kudüs takip etti. Suriye’nin en önemli şehri Şam’dır. Arapça’da Dimeşk eş-Şam olarak geçen bu şehir tarih boyunca hiç aralıksız en uzun süre kullanılan şehir olma özelliğine sahiptir. Önemli ticaret merkezi üzerinde olması nedeniyle hep tercih edilen şehirlerden olmuştur. Habil ve Kabil olayının da Şam yakınlarında gerçekleşmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Hz. Ömer (r.a.) zamanında Hz. Muaviye (r.a.) Şam valiliği görevine getirildi. Bu tarihten itibaren Şam ve Suriye İslâm dünyasında yeni bir merkez haline gelmeye başladı. Şam’da hâkimiyetini güçlendiren Hz. Muaviye (r.a.) kısa bir süre içerisinde Suriye’nin tamamını kontrol altına aldı. 661 yılında Emevi Devleti’ni ilan ettiğinde ise Şam’ı İslâm Devleti’nin yeni başkenti ilan etti. Bundan sonra Şam İslâmiyet’in yeni, mimari ve kültürel merkezi haline geldi.
Irak ise, 637 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Hz. Ali (r.a.) döneminde İslâm’ın merkezi haline getirilmiş ve başkent Kûfe’ye taşınmıştı. Bağdat bu tarihlerde, gerek kendi bulunduğu coğrafyanın gerekse İslâm dünyasının yeni ve en önemli merkezi haline gelmişti. Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında yaşanan üzücü olaylardan sonra ise gruplaşmalar ve siyasi iç çekişmeler hızlanmış, İslâm düşmanları ile çarpışan İslâm âlemi Sünnî, Şia ve Hariciler şeklinde üç ana gruba ayrılmıştı. Bu ayrılmalar, Haricilerin Hz. Ali’yi (r.a.) şehit etmeleri ile iyice tırmanmış, son olarak da Emevi Hükümdarı tarafından, Hz. Hüseyin Efendimiz (r.a.) Kerbela’da şehit ettirilince İslâm dünyasında Sünni-Şii çatışması hat safhaya ulaşmıştı. Bundan sonra dış güçlerle çarpışan İslâm dünyası aynı zamanda kendi iç savaşını da yaşamaya başladı. Sünni İslâm halifesinin yanına Şii İslâm halifeliği de ihdas edilmeye başlandı. Gerçi Şiiler çoğu zaman Sünni Halifelerin emrinde yaşamışlarsa da onların halifeliğini hiç kabul etmemişlerdir.
Şiilerin kurduğu en güçlü devlet 909-1171 yılları arasında Mısır merkezli kurulan Fatımilerdir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) kızları Hz. Fatıma (r.anhâ) annemizden ismini alan devlet, en güçlü zamanında Kuzey Afrika’nın tamamında ve Arabistan Yarımadasının batı kıyılarında egemenliğini sürdürdü. Şiilerin kurmuş olduğu bir diğer önemli devlet ise Kuzey İran’da ortaya çıkan ve daha sonra güneye doğru genişleyen Büveyhoğulları Devletidir. 932-1055 yılları arasında yaşayan bu devlet aynı zamanda Fatımîlerle de işbirliği yapmış ve Sünni İslâm âlemini büyük bir baskı altında tutmuştur. Bu dönem Sünni İslâm dünyasının en zayıfladığı ve kendi kabuğuna çekildiği dönem olmuştur.
Muaviye (r.a.)’ın oğlu Yezit’i halife tayin etmesi ile İslâm Devletinde yeni bir uygulama başladı ve bundan sonra halifelik babadan oğula geçen saltanat halini aldı. Böylece Peygamber Efendimizin (s.a.s.) Medine’de kurduğu devlet Emevî Devleti haline geldi. Başkent Şam’a taşındı. Emeviler Arap milliyetçisi bir politika izlediler, bunun sonucunda İslâmiyet’in Araplar haricindeki milletlere geçmesi büyük oranda yavaşladı. Tabi bundan Orta Asya’da yaşayan atalarımız da nasibini aldı. Emeviler halkı, Müslüman Arap ve Arap olmayan Müslüman (mevali) olarak ikiye ayırdı ve hatta gayr-i müslimlerden alınan cizye vergisini (İslâm’ın hâkimiyeti altında yaşayan gayr-i müslimlerin mal, namus ve canlarını korumak karşılığında devlete verdikleri bir çeşit vergidir.) mevalilerden de almaya başladılar. Hz. Hüseyin Efendimizin (r.a.) şehit edilmesi ise Müslümanların Emevilere olan güven ve bağlılığını tamamen ortadan kaldırdı. İşte bu sebepler Emevi devletinin kısa sürede yıkılmasına neden olan sebeplerdi.
Miladi 750 senesi İslâm âlemi için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Çünkü Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) amcası Hz. Abbas’ın (r.a.) soyundan olanlar Emevi hanedanlığını yıkarak İslâm dünyasına egemen oldular ve Abbasiler dönemi başlamış oldu. 750-1258 yılları arasında varlığını sürdüren Abbasi Devleti’nin başkenti Bağdat olmuştur. Bundan sonra Bağdat İslâm âleminin yeni yönetim ve ilim merkezi haline geldi. Emevilerin aksine bütün Müslümanlara eşit davranan ve Arap olup olmamasına bakmadan Müslüman olan her yetenekli kişiyi devlet kadrosunda istihdam eden Abbasiler, bir anda Türklerin sevgisini kazanmaya başladı. Durum böyle olunca da Orta Asya’daki Türk Kabileler arasında İslâmiyet hızla yayılmaya başladı. Zaten Abbasiler Emevileri ortadan kaldırırken bazı Türk komutanlarından yardım almışlardı. Bu durum hem Türklerle Arapları birbirine yaklaştırmış hem de Türklerin İslâmiyet’i daha iyi tanımalarına neden olmuştu. Orta Asya Türk inanışındaki birçok kavram İslâmiyet’te de bulunmakta idi (ölümden sonra hayatın varlığı, cennet-cehennemin varlığı, tek Tanrı’ya inanmaları vb.).
751 yılı Türk-Arap tarihinin bir dönüm noktasıdır. Hatta Türk tarihi için apayrı bir sayfanın başlangıcıdır. Bu tarihte Abbasiler ile Çinliler Kırgızistan’da Talas Mevkiinde savaş yapmışlar ve bu savaşta Karluk ve Yağma Türkleri Abbasilere yardım ederek Çinlileri mağlup etmişlerdir. Bu olaydan sonra İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamış, Türkler büyük kitleler halinde İslâm Dinine girmişlerdir. Müslüman olan Türk komutanları ve askerleri Abbasi Devleti içinde önemli görevler almaya başlamışlardır. Öyle ki Abbasiler Türk askerlerinin toplandığı Bağdat yakınlarında Semarra şehrini kurmuşlardır. Türkler için özel kurulan bu şehirde yalnız Türk askerleri ve aileleri yaşamışlardır. Ayrıca Bizansın ani saldırılarını önlemek için Bizans sınırında tampon bölge oluşturmuşlar, Avasım denilen bu bölgeye Türk askerlerini yerleştirmişlerdir.
Tabi ki yetenek ve gayretleri neticesinde bazı Türk komutanları Abbasi halifelerinin dikkatini çekmiş ve bu komutanlar, zaman zaman eyaletlere vali olarak atanmışlardır. Bunlardan en meşhurları Mısır’a değişik yıllarda vali olarak atanan Tolunoğlu Ahmet ve Ebubekir Muhammed’tir. Her ikisi de Mısır’a vali olarak tayin edilmiş ancak Merkez Bağdat’ın zayıflığında yararlanarak Tolunoğulları (868-905) ve İhşidiler (935-969) devletlerini kurmuşlardır.
Abbasi Devleti Bağdat merkezli bir yönetim gösterirken zaman zaman zafiyetler göstermiştir. Merkezin kuvvetli olmadığı, iç karışıklığın yaşandığı dönemlerde merkezlerden uzakta bulunan valiler bu karışıklıklarda yararlanarak bağısızlıklarını ilan etmişler ve kendi devletlerini kurmuşlardır. Tahiriler, Samaniler, Karahanlılar, Fatımîler, Torunoğulları, İhşidiler bunlardan bazılarıdır. Tabi merkez toparlanıp kuvvet bulunca da tekrardan merkeze bağlanmışlardır. İşte bu süreç sürekli kargaşa ve huzursuzluk getirmiştir. Bir otoritenin tesisi zaman, emek ve güç ister. Bunlar da haliyle çevre açısından sıkıntı demektir. Yoksa otorite sağlandıktan sonra her bölge en ileri huzura kavuşmuşsa da geçişler çok sıkıntılı ve bedelli olmuştur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.