Özlenen Rehber Dergisi

103.Sayı

Zulmetten Nura...resûlullah (s.a.v.)'in Cehâlet Dönemini Sonlandırma Vasfı

Faruk A.AYDIN Özlenen Rehber Dergisi 103. Sayı
’Câhiliye döneminde kişi yolculuğa çıkacağı zaman yanına üç tanesi tenceresi için, birisi de tapınmak için dört taş alırdı. Cahiliye insanı köpeğini besler, büyütürdü ama çocuğunu öldürürdü.’ [1]
Hârun b. Muâviye el-Mıssîsî
Câhillik ve sapıklıkların en uç örneklerinin sergilendiği zamanlardan biri Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in risâleti öncesinde yaşanan zaman dilimidir. Kime kulluk edeceğini bilmeyen, bu anlamda yolunu şaşırmış bir topluluğun ne gibi sapıklıklar yapabildikleri; yaşadıkları toplumda hangi boyutlarda kaos ve kargaşaya neden olabildikleri o döneme ait rivayetlere bakıldığında açık bir şekilde görülebilmektedir. Biz bu çalışmamızda İslam âlimlerinin ’Allah Resûlu (s.a.v.)’in Risâletinden Önce İnsanlığın İçerisinde Bulunduğu Câhillik ve Sapıklıklar’ başlığı altında sıraladıkları rivayetlerle risâlet öncesinin tasvirini yapmaya çalışacağız.
Câhiliye dönemini tasvir eden bu gibi rivayetleri nakletmekle İslam Ulemâsı Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın cehâlet dönemini sonlandıran gerçek bir hidayet rehberi olma vasfına dikkatleri çekmeyi amaçlamışlardır. Cehalet dönemini yaşamış ve uygulamalarına şahit olmuş kimselerin dile getirdikleri hususları böylesi başlıklar altında zikretmekle Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in tarihte eşi ve benzeri görülmemiş bir dönüşüme nasıl imza attığının açık ve net bir şekilde görülmesine de imkân sağlamışlardır. Zira Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v.), getirmiş olduğu yeni din ve nizâm ile artık sapıklık ve cahilliğin her türlüsüne son vermiş ve yeni bir nübüvvet döneminin başladığını ilan etmiştir. Rabbimiz Teâlâ da Kur’ân-ı Kerîm’de bu dönüşümün zulmetten nûre (zifiri karanlıklardan aydınlığa) doğru olduğunu Talâk Sûresi’nin 11. ayetinde bizlere şöyle bildirmiştir: "Allah, iman edip sâlih amel işleyenleri zifiri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size kendi apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir."
Günahın her türlüsünü işlemiş bir topluluğun Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın tebliğiyle aydınlandıktan sonra, yaptıkları önceki kötülüklerden sorumlu tutulup tutulmayacakları, zihinlerdeki en önemli soru işaretlerinden birisiydi. Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre ashâbdan birisi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e câhiliye döneminde yaptıklarından dolayı kişinin hesaba çekilip çekilmeyeceğini sormuştur. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz de Müslüman olduktan sonra güzel hareket eden kimsenin câhiliye döneminde yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyeceğini ancak Müslüman olduktan sonra kötü hareket eden kimsenin sonraki yaptıklarından hesaba çekileceği gibi cahiliye döneminde yaptıklarından da hesaba çekileceği cevabını vermiştir. [2]
Kişinin İslâm’a girmesiyle geçmiş günahlarının bağışlanacağı Kur’ân’da açık bir şekilde ifade edilmiştir. [3] Bu hususta ulemânın da icmâ’ının bulunmasıyla birlikte hadiste geçen ’Müslüman olduktan sonra kötü hareket eden kimse önceki yaptıklarından da hesaba çekilecektir.’ ifadesi ayet ve icmâ ile çelişiyor görünmektedir. İslâm âlimleri rivayette yer alan bu ifadenin ’tekrar küfre dönmek’ anlamına geldiğini söylemişler ve bu rivayetle birlikte İslâm’a girmiş olmakla geçmiş günahların bağışlanacağı kaidesinin ’İslâm âdeti üzere yaşantısını sürdürme’ kaydına bağlandığını dile getirmişlerdir. Hattâbî ise bu ifadenin küfre dönmek anlamına gelmediğini söylemiş ve kişinin câhiliye döneminde yaptıkları kötülüklerden dolayı bir azarlama mahiyetinde (tebkît) ceza göreceğini, İslâm’a girdikten sonra yaptığı kötülüklerden dolayı ise asıl cezaya çarptırılacağını ifade etmiştir. [4]
İslâm’a girmekle kişinin anasından doğduğu gün gibi tertemiz olduğunun bariz bir örneğini Amr b. el-Âs (r.a.)’ın İslâm’ı kabul edişindeki şu tabloda görmekteyiz. Amr b. el-Âs daha önce işlemiş olduğu günahların affedilemeyeceği korkusuyla gözyaşları içerisinde Resûlullah (s.a.v.)’e iman ederken Allah’ın Resûlü (s.a.v.), Amr’ın bu tedirgin halini görmüş ve İslâm’ın kendinden önceki tüm kötülükleri yok ettiğini: ’Ey Amr! Bilmiyor musun ki İslâm’a girmekle işlemiş olduğun tüm günahların bağışlanmıştır.’ buyurarak ifade etmiş ve onu rahata erdirmiştir. [5] Aynı anlayışın bir başka örneğini ise Üsâme b. Zeyd (r.anhümâ)’in şu sözlerinde görmekteyiz. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) tarafından görevlendirildiği bir seriyye esnasında ölüm korkusuyla söylediğini düşünerek ’Lâ ilahe illallah’ diyen bir kimseyi öldüren Üsâme b. Zeyd, içi rahat etmediği için durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)’e haber vermiştir. Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın: ’Ölüm korkusuyla söylediğini kalbini açıp da mı öğrendin?’ şeklindeki sitem içeren sorusunu işittikten sonra Üsâme b. Zeyd yaptığı şeyin günah olduğunu anlamış ve: ’Keşke o gün Müslüman olsaydım.’ diyerek günahsızlık özlemini dile getirmiştir.[6]
Câhiliye döneminin en utanç verici hadiselerinden birisi kız çocuklarının öldürülmesiydi. Kız çocuğa sahip olmanın kötü bir şey olarak telakki edilmesi ve utançlarından dolayı onları öldürebilecek kadar ileri gitmeleri Kur’ân’da: ’Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.’ [7] ayetiyle tasvir edilmiştir. Dârimî’nin zikrettiği rivayete göre câhiliye döneminde bu suçu işlemiş olan bir sahâbî Resûlullah (s.a.v.)’e gelip: ’Ey Allah’ın Resûlü! Bizler, cahiliye dönemi insanlarıydık, putlara tapıyor ve çocukları öldürüyorduk. Yanımda bir kızım vardı. Büyüyüp, kendisini çağırdığımda çağırmamdan dolayı sevinecek bir yaşa geldiğinde bir gün onu çağırdım, o da peşimden geldi. Ben de ailemin uzak olmayan bir kuyusuna kadar gittim. Kuyunun yanına varınca elini tutup onu kuyunun içine attım. Ondan hatırımda kalan son şey: Babacığım! Babacığım! demesidir.’ diyerek hâdiseyi haber vermiştir. Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz gözyaşları içerisinde kalmış, O’nun bu halini gören bir başka sahâbî, olayı anlatan kişiye: ’Allah’ın Resûlü’nü hüzünlendirdin!’ demiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de olayı anlatan kişinin ne derece pişmanlık içerisinde hâdiseyi anlattığına dikkatleri çekmiş ve ’Başından geçen şeyi bana tekrar anlat!’ buyurmuştur. O da tekrar anlatınca Resûlullah (s.a.v.)’in gözyaşları sakalına doğru tekrar süzülmeye başlamış ve: ’Allah cahiliye dönemi insanlarından yapmış oldukları şeyleri kaldırmıştır. Binaenaleyh ameline yeniden başla.’ buyurmuştur.[8] Bu rivayette cahiliye döneminin artık sona erdiği bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in diliyle ifade buyurulmuştur.
Meşhur tefsir ve kıraat âlimi Mücâhid b. Cebr’in (v. 104/723) haber verdiği bir başka hâdise de cahiliye döneminde puta tapan insanların putlara tapmakla kalmadıklarını, aynı zamanda onlara çeşitli şekillerde ikramlarda bulunduklarını da göstermektedir. Mücâhid, kendisini âzad eden efendisi Sâib b. Ebi’s-Sâib’in başından geçen şu hadiseyi nakletmiştir. Ailesi Sâib’i ’Esâf’ ve ’Nâile’ ismini taşıyan putlara ikramda bulunması amacıyla içinde kaymak ve süt bulunan bir kabı eline verip göndermişlerdir. İlah olarak telakki ettikleri putlarından korktukları için götürürken yememesini Sâib’e sıkı sıkıya tembihlemişlerdir. Sâib elindeki kabı putların önüne bıraktıktan sonra bir köpek gelip kaymağı yemiş ve sütü içtikten sonra da putlardan birinin üzerine bevl etmiştir.[9] Aslında rivayette isimleri geçen Esâf ve Nâile ismini taşıyan putların nasıl ibadet edilir bir konuma geldikleri de çok ibret vericidir. Zira bu iki put, isimlerini Cürhüm kabilesine mensup biri erkek diğeri kadın iki kişiden almışlardır.[10] Esâf ve Nâile’nin Kâbe’de zina ettikleri için taşa dönüşmüş olduklarına inanan câhiliye insanları, ibret almak için Esâf ve Nâile’nin taşlaşmış bedenlerini önce Safa ve Merve tepesine koymuşlar, sonraları ise hac esnasında onları tavaf etmek ve onlara dua etmek suretiyle tapmaya başlamışlardır. Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın Mekke’yi fethettikten sonra Kâbe’de kırdığı putlar içerisinde bu iki put da yer almıştır.[11]
Hârûn b. Muâviye’nin câhiliye insanlarını açıklayıcı mahiyetteki şu cümleleri o dönem insanının nasıl bir ilah telakkisine sahip olduğunu bizlere göstermektedir: ’Cahiliye döneminde kişi yolculuğa çıktığı zaman beraberinde, üç tanesi tenceresi için, birisi de tapınmak için dört taş alırdı. Cahiliye insanı köpeğini besler, büyütürdü ama çocuğunu öldürürdü.’ demiştir. Câhiliye dönemini yaşamış ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’i göremediği için muhadramûndan kabul edilen Ebu’r-Recâ ise bu durumu şöyle anlatmaktadır: ’Bizler, cahiliye döneminde güzel bir taş ele geçirdiğimizde ona tapardık. Bir taş bulamadığımızda biraz kum toplar, sonra bol sütlü deveyi getirir, o da bunun üzerinde, ayaklarını açar, biz de, bu kum yığınını tamamen ıslatıncaya kadar onu sağardık. Sonra da o yerde kaldığımız sürece bu kum yığınına tapardık.’[12]
Tüm bu rivayetler câhiliye döneminde insanların yaratılış gayesinden ne kadar uzaklaşmış olduğunu göstermektedir. Nitekim insanların yanlış itikadlarını düzeltmek kolay olmamıştır. Allah Resûlü (s.a.v.)’in yirmi üç yıllık risâletinin ilk on üç yılı Mekke’de geçmiştir. Mekke yıllarında insanların sapık inançlarını düzeltecek mahiyette vahiyler alan Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm, bu dönemde daha çok ahiret inancının önemini vurgulamış ve tevhid akidesini hâkim kılmaya çalışmıştır.
Cehâlet döneminde günahın her türlüsünü işlemiş olan sahâbî efendilerimiz’in Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’in bu gayretleri ile Allah’a ve ahiret gününe olan imanları öylesine pekişmişti ki günah olan bir şeyle karşılaştıklarında sanki bir adım ötesinde azab varmışcasına var güçleriyle ondan kaçınmışlar, sevab olan bir konuda ise mükâfatı sanki bir adım ötesinde apaçık duruyormuşçasına aşkla şevkle onu yerine getirmişlerdir. Bu sayede onlar Rabbimiz Teâlâ’nın "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz." müjdesine mazhar olmuşlardır.[13] Günahın sevapla iç içe geçtiği şu zor zamanda Rabbimizden niyazımız bizlere hakkı hak olarak gösterip ona vargücümüzle sarılabilmeyi, batılı da batıl olarak gösterip ondan var gücümüzle kaçınabilmeyi nasip etmesidir.

Dipnotlar:
[1]: Dârimî, Mukaddime, 1.
[2]: Buhârî, ’İstitâbe’, 1; Müslim, ’Îmân’, 189; İbn Mâce, ’Zühd’, 29.
[3]: el-Enfâl, 8/38.
[4]: İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XII, 266.
[5]: Müslim, ’Îmân’, 192; İbn Huzeyme, Sahîh, IV, 131.
[6]: Buhârî, ’Îmân’, 41; Müslim, ’Îmân’, 158; Ahmed b. Hanbel, V, 200.
[7]: en-Nahl 16/58.
[8]: Dârimî, ’Mukaddime’, 1.
[9]: Dârimî, ’Mukaddime’, 1; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, VII, 139.
[10]: İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, II, 191.
[11]: İbn Hacer, Fethu’l-bârî, VI, 549; Âlûsî, Rûhu’l-meânî, II, 25.
[12]: Dârimî, ’Mukaddime’, 1; Ebu Nuaym, Hilye, II, 306
[13]: Âl-i İmran, 3/110.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.