Özlenen Rehber Dergisi

158.Sayı

Cemaatle Namaz Hakkında Fıkhî Bilgiler

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Selam Onun güzel Habibi’nin üzerine olsun.
Kıldığımız namazın sevabını kat kat artıran ve bir anlamda ümmet olma şuurunu pekiştiren cemaatle yani toplu olarak namaz kılmanın önemini hemen her bir Müslüman bilmektedir. Bununla birlikte imama uymanın bazı şartlarını bilmemiz elzemdir. Çünkü mükellef olan biri bu şartları bilmediği takdirde cemaat olduğunu zannederek kıldığı namazı iptal olabilir. Bundan dolayı cemaatle ile ilgili hususları madde madde ayrıntılarıyla beraber şöyle açıklayabiliriz:

A- İmama Uyan Kişi ile İlgili Terimler
Genel olarak burada bilmemiz gereken iki terim var. Bunlar: ’iktidâ ve muktedî’dir. Fıkhî anlamda imama uymaya ’iktidâ’ denir. Sözlükte: ’bir kimseye uymak, yaptığını yapmak, onu örnek almak’ anlamına gelen iktidâ, terim olarak ise: ’cemaatle namaz kılan bir kimsenin imama uyması.’ demektir. İmama uyan kişiye de ’muktedî’ denir. Burada imama uyan ve cemaat olan muktedî için kullanılan diğer terimler de şunlardır:
İmama ilk rekâttan itibaren sonuna kadar uyan muktedîye ’müdrik’,
baştan bir ve daha fazla rekâtı imamla kılamayana ’mesbûk’,
baştan imama uyduğu halde daha sonra namazın bir rüknünü onunla kılamayan kimseye de ’lâhik’ denir.1

B- Cemaatle Namazın Şartları
1- Niyet
Her ibadette olduğu gibi cemaatle kılınan namazın da geçerli olabilmesi için hem imamda hem muktedîde bazı şartların bulunması gerekir. Bu şartlardan ilki yine her ibadette olduğu gibi ’niyettir’. Cemaatin imama uymaya niyet etmesinin gerektiği konusunda fakihler görüş birliği içindedir. Niyet ile iftitah (başlama) tekbirinin arasının başka bir meşguliyetle bölünmemesi de şart koşulmuştur. Buradaki meseleler şunlardır;
Namaza başlamış olan kimse: Hanefi, Mâlikî ve bazı Hanbelî fakihlerine göre iftitah tekbiri alarak tek başına namaz kılmaya başlayan kimse, kendisi namaza başladıktan sonra başka bir grup gelse ve cemaatle namaza başlasa, tek başına namaz kılan kimse de selam vermeden bu cemaate uymaya niyet etse namazı geçersizdir. Şâfî ve bazı Hanbelî fakihlerine göre ise bu durumdaki kimsenin ister namazın başında ister ortasında olsun sonradan oluşan bir cemaatin imamına uymaya niyet etmesi câizdir.
Cuma ve Bayram Namazlarında: Mezhebimiz dışındaki fukahaya göre Bayram ve Cuma namazları da vakit namazı gibidir. Budan dolayı da imama uymaya niyet etmek şarttır. Hanefi mezhebine göre ise cuma ve bayram namazları cemaatsiz kılınamayacağından burada sadece kılınan namaza niyet yeterli olup ayrıca imama uymak için niyet şart değildir.
İçerisinde Bayanların da Bulunduğu Cemaatte: Hanefiler, cemaat arasında kadınların da bulunması halinde imamın imâmete niyet etmesini şart koşmuşlar ve aksi halde kadınların imama uyması geçerli olmayacağını belirtmişlerdir. Mezhebimiz dışındaki fukahanın çoğunluğu böyle bir şart koşmazlar.2

2- İmamın Yeri
Hanefi, Şâfî ve Hanbelî fakihleri, namazın sahih olması için imamın cemaatin önünde durmasının şart olduğunu kabul eder. İmam Mâlik’e göre ise esas olan, cemaatin imamı namazda takip etmesi ve ona uyma imkânı bulabilmesi olduğundan mutlaka arkasında durması şart değildir. Ancak imamın önde bulunması mendup olup bir zaruret olmadıkça önüne geçilmesi veya aynı hizada durulması mekruhtur.
İçerisinde Bayanların Olduğu Cemaat: İmama iktidâ eden cemaatin bir veya birden fazla olması kadın ya da erkek olması gibi durumlarda nasıl saf tutacakları konusunda da bazı ayrıntılar bulunmaktadır.
Hanefi mezhebine göre imam belirli bir cemaate niyet etse ve niyet ettiği cemaatte erkeklerin arasında bir kadın bulunsa bu durum iktidâya engel olup yanında ve arkasında duran erkeklerin namazı bozulur. Eğer kadın tek değil de tam bir saf oluşturmuşsa arkada bulunan bütün saflardaki erkeklerin namazı bozulur.
İmam ve Muktedînin Niyet Birliği: Hanefi, Mâlikî ve Hanbelî mezhebine göre imam ile muktedînin niyetlerinin bir olması şartı vardır. Yani aynı namaza niyet etmeleri gerekir. Bundan dolayı mesela öğle namazı kılan birinin arkasında ikindiye niyet etmek caiz değildir. Bunu gibi aynı namaz bile olsa vakit namazını eda eden birine kaza niyetiyle uymak da câiz değildir. Ancak nafile namaz kılan kimse farz namaz kılana uyabilir.
Şâfî mezhebine göre ise imamla muktedînin kıldığı namazların yalnız dış görünüş bakımından birbirine benzemesi yeterli olup sebep ve vasıf birliği şart değildir. Buna göre vakit namazı kılanın cenaze namazı kılana uyması câiz olmamakla birlikte herhangi bir vakit namazı kılanın başka bir vakit namazı kılana, farz kılanın nafile kılana veya vakit namazını eda edenin kaza namazı kılana uyması câizdir.3

3- Cemaatin Yeri
Cemaatin yeri ile ilgili iki tane şart vardır; İmamın görülebilmesi veya duyulabilmesi. Bunlardan birinin olması durumunda cemaatin namazı geçerlidir. Bütün fakihlerin iktidânın geçerli olması için üzerinde ittifak ettiği bu şartlara göre imamla muktedînin arasındaki mesafe bazı durumlarda iktidânın sıhhatini etkilemektedir. Fakihler bu mesafenin fazla olmaması gerektiğini kabul etmekle birlikte ayrıntılarda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Fukaha, imamla muktedî arasındaki mekân mesafesi konusunda mescit içi ile mescit dışını ayrı ayrı ele alırlar.
Mescit içerisinde ki cemaat: Hanefi, Şâfiî ve Hanbelî fakihleri, aynı mescitte olmak şartıyla imamın veya arkasındakilerin görülmesi ya da imamın sesinin duyulması halinde mesafenin uzaklığına itibar etmemişlerdir.
Mescit dışındaki cemaat: Hanefî fakihlerine göre bayram namazlarının haricindeki namazlarda imamın kendisi ile saflar arasında iki safın sığacağı ölçüde mesafe bulunursa iktidâ gerçekleşmez.
Ayı zamanda bir katı mescit olarak kullanılan binalarda o katta cemaatle namaz kılınırken, bu kat cemaati almadığı takdirde, alt veya üstten bu kata bitişik katlarda duran cemaatin, hoparlör veya müezzinin tebliği ile imamın intikallerinden haberdar olmaları halinde, imama uymaları sahihtir. İmamı veya imamı görenleri görmeleri şart değildir. Ses bağlantısının kesilmesi durumunda ise, imamın hareketlerinin takip edilememesi sebebiyle imama uyanların namazları bozulur. Ve tekrar edilmesi gerekir. Burada ki önemli uyarı arada bulunan duvar vs engelin imamın rükû ve secdeye gitmesini bilmeye engel olmasından dolayıdır. Ancak eğer işitmek veya görmek sebebiyle imamın hareketleri takip edile biliniyorsa o zaman cemaatin namazı sahihtir.
Şâfî mezhebi fakihleri imamın duyulması ve görülmesi kaydı ile mesafeyi asıl almışlardır. Buna göre, imamın yahut onun tekbirlerini tekrarlayan birinin duyulması veya hareketlerinin görülmesi halinde 100-150 (300 zira) metreyi geçmeyen mesafe iktidâya engel teşkil etmez.
Hanbelî fakihleri görmeyi esas almışlar, iktidânın sıhhati için mesafenin uzunluğuna ve imamın sesinin duyulmasına itibar etmeyip imamı yahut arkasındakileri görmeyi şart koşmuşlardır. İmamın hareketlerinin görülmesi halinde cemaatin olacağını savunurlar.
Mâlikî fakihleri ise mescitle mescit dışını bir saymışlar ve imamın yahut cemaatin görülmesi ya da imamın sesinin duyulması veya bir başkası tarafından aktarılması halinde iktidâya cevaz vermişlerdir.
İmamla muktedî arasında, büyüklüğü konusunda farklı değerlendirmeler olmakla birlikte nehir, imama ulaşılmasına, duyulmasına ve görülmesine engel olacak büyük duvar veya kapalı kapı bulunması da iktidâya engeldir. Bu engeller imamın hareketlerinin görülebileceği bir pencere vb. bulunması yahut sesinin duyulması halinde ise ortadan kalkar ve o mescitteki iktidâ sahih olur.
Bu dört mezhebin bu konuda ki özetini İmam Şa’rânî ikiye ayırarak çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Şöyle ki: ’İmam Mâlik, imam mescitte namaz kıldırırken, tekbir sesini duyan, evinde ona uysa, namazı sahih olur. Cuma namazında, ise olmaz der. Bu hususta İmam Ebû Hanîfe, Cuma ve diğer namazlarda imamın arkasında olduğunu bilenin namazı sahih olur sözü ve Ata’nın, esas olan görmek ve saflardaki bozukluk değil, imamın intikallerini sözleri vakidir. Bu aynı zamanda Nehaî’nin ve Hasan-ı Basrî’nin kavlidir. Şafî de böyle buyurdu.
İmam Mâlik burada Cuma cemaati ve 5 vakit cemaatini ikiye ayırmıştır. Birincisinde tahfif (kolaylık) vardır. İkincisi ise teştîddir (işi sıkı tutma). Böylece iş, Mîzânın iki mertebesine râci’ oldu. Teştid kavlinin sebebi, Şerîatin sahibinin, cihat ve dinin şiarlarını ayakta tutmak üzere kaynaşma, birlik ve beraberliklerini kuvvetlendirmektir. Bunun için, İmam Mâlik, Cuma namazında cemaatin durma yerlerinin ayrı olması sebebiyle, kalplerin de ayrı olacağından endişe ederek, Efendimizin (s.a.v.): ’Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur.’4 hadis-i şerifi üzere kıyas edip, bu hususta böyle olacağına hüküm verdi. Tahfif görüşünün ve sonrakilerin sebebinde ise cemaatte esas mesele, sadece imamın intikallerini bilmeye dayanmaktadır. O halde, imama uyan, imamın intikallerini bilirse, namazı sahih olur ve sanki onunla aynı yerde, beraber namaz kılmış gibi olur. Buradan, Mekke’nin hareminde veya Kudüs’teki imama, önünden perdeler kalkan birinin, şehirde olduğu halde uyanın, keşfi sebebi ile intikalleri bilmesinden ötürü, namazlarının sahih olması anlaşılır. Zira bu makamın sahibi olanların kalpleri, çekememezlik ve düşmanlıktan temizlendiği için, imamı ile kendisi arasında, doğu-batı kadar mesafe de bulunsa, ülfet ve beraberlik içinde olurlar. Cisimlerin bedenlerin yakınlığına muhtaç olmazlar. Hatta bedenleri uzak olsa da, dünyayı sevenlerin omuz omuza durmasından daha yakın olur. Nitekim Allah Teâlâ, Haşr sûresi 14. ayetinde: ’Onları toplu sanırsın, hâlbuki kalpleri dağınıktır.’ buyuruyor. Allah Teâlâ daha iyi bilir…’5

4- İmamın Yeri
Asıl olan imamın cemaatle aynı seviyede olmasıdır. Bunun dışında imama bir ayrıcalık anlamına geldiği ve onu takip etmeyi güçleştirdiği gibi gerekçelerle imamın cemaatten yüksek bir yerde bulunması (buradaki yükseklikten kasıt, bir insan boyu veya 1 arşın yani 46,2 veya 56,3 veya 62,2 cm. dir.) çoğunluk tarafından mekruh sayılmıştır. Ancak cemaatin çokluğu, ders, duyuru gibi mazeret durumları ve imamın yanında cemaatten bazılarının bulunması halinde ise imamın yüksekte durmasında bir sakınca görülmemiştir.
Bununla beraber mazeretsiz olarak cemaatin imamdan yüksek yerde bulunmasının da mekruh olduğunu söylemişlerdir.

5- İmama Uyma
Bir vacibin terki söz konusu olmadığı sürece farz ve vacip olan fiillerde imama uymak vaciptir. Ancak bu esnada bir vacip terk edilecekse iktidâyı biraz geciktirerek vacibi de yerine getirmek gerekir. Meselâ selâm verme esnasında teşehhüdü tamamlamayan bir kimsenin imama iktidâ ederek selâm vermesi yerine önce teşehhüdü tamamlaması, sonra selâm vermesi daha uygundur. Zira bir vacibi vaktinde eda edebilmek için diğerinin tamamen terkine sebebiyet verilmesi uygun sayılmaz. Fakat sünnet olan bir husus terk edilebilir; meselâ rükûdan veya secdeden kalkan imama uyabilmek için sünnet olan tespihlerden vazgeçilebilir. Bunun gibi Hanefî mezhebine göre teşehhütten sonra salavatlar ve dua okunmasa bile imama iktidâ için selâm vermek gerekir. Diğer üç mezhebe göre ise rükün olmaları dolayısıyla salavatları bitirmeden selâm vermek doğru değildir.
İktidânın gerektirdiği diğer hususlardan biri de hiçbir hareketi imamdan önce yapmayıp onu takip etmektir. Buna göre Mâlikî, Şâfî, Hanbelî mezheplerine ve Hanefî fakihlerinden Ebû Yusuf’a göre iftitah tekbirini imamla aynı anda getirmesi bile muktedînin namazını bozar. Ebû Hanîfe’ye göre ise bu şekilde hareket etmek namaza zarar vermediği gibi sünnettir. Rükû ve secde gibi fiillerde imamdan sonraya kalmayıp onunla birlikte hareket etmenin zararı yoksa da önce davranmak câiz görülmemiştir. Namaz içinde okunan ayetlerde ve tespihlerde imamı takip etme zarureti yoktur ve önüne geçilmesinde bir sakınca görülmemiştir.6

6- İmamın Şartı
Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre iktidânın geçerli olmasının bir şartı da imamın ilim, beden selâmeti vb. hususlarda muktedîden üstün olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyabilenin okumayı bilmeyene, sağlıklı kişinin özür sahibine, ayakta duran, rükû ve secde yapabilenin ima ile namaz kılana, erginin çocuğa, avret mahalli örtülü olanın açık olana iktidâ etmesi câiz değildir. Hanefiler’den İmam Muhammed ve Hanbelîler’e göre kıyam, rükû ve secde gibi rükünleri yerine getirebilenin bunlardan birini yapamayana uyması da câiz olmaz. Diğer mezhepler de genelde bu görüşlere katılmakla birlikte bazı konularda farklı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Kulakları duymayan ve gözleri görmeyen bir imama uymanın câiz olduğu konusunda mezhepler görüş birliği içindedir. Ancak temizliğe daha çok dikkat edebileceği için gözleri gören imam tercih edilir.

7- Mezhep Farklılığı
Muktedînin başka mezhebe mensup bir imama uymasının, muktedînin mezhebi açısından namazı bozan bir davranışta bulunulduğu kesin olarak bilinmedikçe câiz olduğu konusunda görüş birliği vardır.
İmamın bazı davranışlarının muktedînin mezhebine göre namazı bozması halinde; Hanefi mezhebine göre imam, muktedînin farz olduğuna inandığı hususları terk ederse iktidâ câiz olmaz. Eğer vâcip saydığı hususları terk ederse iktidâ câiz olmakla birlikte mekruhtur. Sünnet kabul ettiği hususların terkinde ise iktidâya engel bir durum yoktur. Mâlikî ve Hanbelî mezhepleriyle Şâfî mezhebinin bir görüşüne göre ise iktidâ yine sahihtir. Çünkü böyle bir durumda muteber olan muktedînin mezhebi olmayıp imamın mezhebidir.
Namazın aslında bulunmayan bir hususta muktedî imama uymaz. Meselâ imam namazda fazladan bir secde yapsa veya son oturuştan sonra yanılarak kalksa bu durumlarda muktedî ona tâbi olmaz.
En Doğrusunu Alîm Olan Allah Bilir…



(Endnotes)
1 İbn-i Manzûr, Lîsânu’l-Arab, Dâru’l Maârif, Kahire, 1119.
2 Cezerî, Abdurrahman el-Cezerî, el-Mezâhibu’l-Erba’a, c.I, s.s.404,432.
3 İbn-i Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c.I, s.s.123-134.
4 Müslim, Salât, 122.
5 İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr (Bulak), I, s.s. 344-376; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, s.s. 237-259; Şemseddin er-Ramlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, Kahire 1386/1967, II, s.s. 168-230; Şa’rânî, el-Mîzânu’l-Kübrâ, I; Tahtâvî, Hâşiye Alâ Merâki’l-Felâh, Bulak 1318, s.s. 192-199; el-Kâsanî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, Beyrut 1402/1982, I, 157; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Mısır 1389/1970,I, 344; el-Fetâva’l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 82; Mehmed Zihni Efendi, Ni’met-i İslam, İstanbul 1322, s.196.
6 Desûkî, Hâşiye Alâ’ş-Şerhi’l-Kebîr, Kahire 1328, I, s.s. 325-328, 331; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, III, s.s.157-161, 178-200; İbn-i Âbidîn, Raddü’l-Muhtâr, Kahire, I, s.s.564-593, 645-646.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.