Özlenen Rehber Dergisi

134.Sayı

Hz. Âdem Safiyullah (a.s.) (ıı)

H.Özlem AKSAÇLIOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 134. Sayı
Âdem (a.s.) yasak ağacın meyvesinden yemesi sonucu dünya semasına indirilmişti. Onun için cennetten çıkmak, Cenâb-ı Hakk’ın huzurundan ayrılmak çok acı ve elem verici oldu. Bu nedamet onu hemen tevbe etmeye sevk etti. Cenâb-ı Hak yüce kelamında bu hadiseyi şöyle haber veriyor: ’Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarını örtmeğe koyuldular. Rableri onlara, "Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi. Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler. (Araf 7/22-23) Tevbenin şekli ona ilham olununca zevcesi ile birlikte yalvarmaya başladı. Her ikisi de bir yandan pişmanlıkla Allah’a (c.c.) sığınıyor bir yandan indirildikleri farklı yerlerde kulluk vazifelerini yerine getiriyorlardı.
Samimi Yakarışların Asırları Aşan Yankısı

Hz. Âdem (a.s.) tevbeye samimiyetle devam ederken bir gün Allah (c.c.) ona Harem’e gidip bir Beyt (Mabed) inşa etmesini ve Melekleri gibi tavaf ve zikir etmesini emretti. Bunu yapması neticesinde de kendisinin ve çocuklarının duasını kabul edeceğini müjdeledi: ’Âdem, Rabbi’nden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabb’i de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır.’ (Bakara 2/37) Bir meleğin rehberliğinde Mekke’ye giden Âdem (a.s.) için çöller ve ovalar dürüldü. Bastığı yerler yeşerip bereketlenirken ayağının basmadığı yerler kuru çöl olarak kaldı.
Mekke’ye varınca Cebrail (a.s.), kanadıyla Kâbe’nin temelini açtı ve Melekler ağır kayaları temellere bırakarak Hz. Âdem’e (a.s.) yardımcı oldular. Âdem (a.s.), Kâbe’yi Tûr-i Siynâ, Tûr-i Zeytun (Zeyta), Lübnan, Cûdî ve Hıra dağları olmak üzere beş dağdan getirilen taşlarla inşa etti. Kâbe’nin tamamlanmasıyla Cebrail (a.s.), Hz. Âdem’i (a.s.) Arafat’a götürerek Müslümanların bu gün yapmakta oldukları Hacc amellerinin hepsini öğretti.
Aynı zamanda Âdem (a.s.) ile Havva annemiz birbirlerini arıyorlardı. Arafat’ta bulunuşu sırasında Cenâb-ı Hakk uzun seneler birbirinden uzak kalan eşleri buluşturdu.
Âdem (a.s.), Hacc vazifesini tamamladıktan sonra Allah’a (c.c.) ecrinin ne olduğunu sorunca kendisinin affedildiği ve Kâbe’ye günahla gelen zürriyetinin günahları da affedeceği müjdesini aldı. Âdem (a.s.) tevbesinin Cuma günü kabul edildiği rivayet edilmiştir.
Hacc’dan sonra, Hz. Havva ile birlikte Hindistan’a dönen Âdem (a.s.) bir mağarayı barınak edindi ve Hindistan’da yaşadığı müddetçe Kâbe’yi yaya olarak kırk veya yetmiş kere Hacc etti. Âdem (a.s.) Allah’a sığınarak şeytanın şerrinden korunmaya başlayınca Cenâb-ı Hak koruyucu Meleklerini göndererek Mekke’yi kuşatmalarını emretti. Meleklerin durdukları yerler Mekke’nin Harem sınırını oluşturdu.
Haramı Süslü Gösteren Nefis

Hz. Âdem (a.s.) toplam kırk olmak üzere yirmi tane ikiz çocuğu oldu. İlk çocukları Kabil ile kız kardeşi Lubud (Lübüd), ikinci ikiz çocukları da Habil ile kız kardeşi Iklima idi. Havva annemiz ve kızları hariç başka kadın olmadığı için muhalefeti korumak üzere oğullar kendiyle aynı batından doğan kardeşin dışında, önceki veya sonraki batından doğan kızlarla evlenebilirlerdi.
Âdem (a.s.); Kabil’e Habil’in kız kardeşiyle, Habil’e de Kabil’in kız kardeşiyle evlenmesini emretti. Habil bu emri kabul etmesine rağmen Kabil bu evliliğe razı olmadı. O kendi kız kardeşi ile evlenmeğe özendi çünkü Habil’in kız kardeşinden daha güzel ve alımlıydı. Âdem (a.s.) bunu öğrenince Kabil’e istediği kızın kendisine helal olmadığını söyleyerek kızdı ve ikisinden Allah’a adamak üzere kurban getirmelerini istedi. İkisi de bu teklifi kabul etti, neticede kurbanı kabul olunan Kabil’in kız kardeşiyle evlenecekti.
Takva Ehlinin Makbul Sunağı
Habil çoban olduğu için, kurbanlık olarak davarları arasından gönül hoşnutluğu ile en değerli, semizli ve güzelini seçti. Kabil ise çiftçiydi. Ekinleri içerisinden Habil’in tersine en kötü ve değersizlerini sunmaya karar verdi. Elindekinin en kötüsünü kurbanlık olarak seçmesine rağmen gönülsüz ve isteksizdi.
Âdem (a.s.) oğullarıyla birlikte kurbanlıkları Allah’a (c.c.) takdim etmek üzere Nevz dağına çıktılar. Bu ara Habil yirmi, Kabil de yirmi beş yaşında idi. Kabil kendisinin yaşça daha büyük ve kendi ile birlikte doğan kız kardeşiyle evlenmeye daha layık olduğunu söyleyerek Habil’e karşı övünüp duruyordu. Asi olan nefsine uyarak sürekli Allah’a isyanı tercih ediyor, bu olayın neticesi kendi leh veya aleyhinde de olsa Habil’in kendi kız kardeşiyle evlenmesine mani olacağını düşünüyordu. Habil ise temiz bir kalbe sahip olduğu için Allah’ın Nebisine itaat etmeyi büyük bir şeref bilerek rıza ve boyun eğme duygusunu gönlünden çıkarmıyordu.
Âdem (a.s.) sunulan kurbanları kabul buyurması üzere Allah’a (c.c.) dua edince gökten inen bir ateş kabul emaresi olarak Habil’in kurbanını yaktı. Kabil’in kurbanı ise kabul olunmadı. Buna şiddetle öfkelenip kızan Kabil Habil’e onu öldüreceğini söyledi. Bu hâdiseyi Cenâb-ı Hak şöyle haber veriyor: ’Onlara, Âdem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, ’And olsun seni öldüreceğim’ deyince, kardeşi: ’Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.’ (Maide Suresi 5/27)
Kuruntu İle Yapılan Hareketin Hazin Sonu
Habil niyetinin sebebini sorması üzere Kabil kendi kurbanı kabul edilmediğinden dolayı halkın içinde küçük düşürülmek istemediğini, Habil’in arık kız kardeşiyle evlenmekten hoşlanmadığını ve kardeşinin kendisinden daha hayırlı ve şerefli olmasına tahammül edemeyeceğini açıkladı. Habil ise: ’Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ (Maide Suresi 5/28) dedi ve kardeşinin kötü niyetinden vazgeçmeyeceğini anlayınca da artık: ’Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip cehennemliklerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur’ (Maide Suresi 5/29) diyerek zulmün cezasına dikkat çekti.
Fakat nefsine uyan Kabil bir gün Habil’i çobanlık için gittiği vadide akşam vakti uyuyorken buldu ve bir kaya parçasıyla başına vurarak öldürdü. (bkz. Maide Suresi 5/30) Ertesi günün sabahı ona bakmaya gittiğinde cesedi ne yapacağını bilmiyordu çünkü daha önce ölen kimse olmamıştı. O esnada Kabil Allah’ın (c.c.) gönderdiği iki karganın diğer bir kargayı öldürüp gömdüğünü görünce, kardeşine de aynı şekilde bir kabir kazdı ve onu oraya gömdü. İş işten geçtikten sonra acizliğini gören Kabil’in pişmanlığını Allah Teâlâ (c.c.) şöyle haber vermiştir: ’Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ’Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım dedi de ettiğine yananlardan oldu.’ (Maide Suresi 5/31)
Âdem (a.s.), Kabil’i yaptığı bu kötü işten dolayı kovdu ve kendisinin daima korkutulacağı, güvenlik ve selamette olmayacağını söyledi. Nitekim Kabil yaptığından dolayı ne kadar yakınsa da, zamanında nefsine uymayıp doğru yolu seçerek Allah’ın emrine ve peygamberin ikazlarına kulak verebilir ve iyi bir kul olabilirdi. Bu konuda onu heva ve hevesi hariç engelleyen kimse yoktu. Neticede kendisi insanlık adına kötü bir çığır açarak haksız yere adam öldürme amelini başlatmış oldu.
Kabil kendisiyle birlikte doğan kız kardeşiyle birlikte Yemen topraklarından Aden’e gitti. Babasından aldığı beddua sonucu rastladığı oğullarının hepsi tarafından taşlandı. Nihayet bir gün torunuyla birlikte gelen âmâ oğlu da onu taşa tutarak öldürüldü.
Peygamber Suretleri

Âdem (a.s.) dilemesi üzerine Cenâb-ı Hak ona zürriyetinden gelen (bazı) Peygamberlerin suretlerini Cennet ipeklerinin üzerine çıkarttırıp indirmişti. Bu kumaşlar Peygamberden Peygambere, Kraldan krala geçe geçe Kayser Herakliüs’e kadar intikal etmiştir. Herakliüs Hz. Ebû Bekr’in (r.a.) İstanbul’a giden elçilerine resimleri sandığından çıkarıp göstermiş. Sıra Peygamberimizin (s.a.v.) resmine gelince elçiler O’na (s.a.v.) olan sevgi ve hasretleri nedeniyle gözyaşlarını tutamamışlar.
İlk Cenaze Namazı

Rivayetlere göre Âdem (a.s.); Hindistan’ın Nevz dağında, oğulları ve torunları, kırk bine ulaşıncaya kadar yaşadı. Melekler ruhunu kabzetmeye geldiklerinde Âdem (a.s.) oğullarına İslamiyete uygun cenaze işlemlerini öğrettiler; Allah’ın (c.c.) ilk Nebisini yıkayıp, kefenleyip kokuladılar. Kabrini kazdılar ve Cenaze namazını bir Meleğin imamlığında kıldılar. Melekler kabre inerek Hz. Âdem’i (a.s.) yerleştirip üzerini kerpiçle kapattılar. Kabri de toprakla örttüler ve Hz. Âdem’i (a.s.) oğullarına ölüleri hakkında böyle bir yol tutmalarını tembihlediler.
Hz. Âdem’in (a.s.) bin senelik ömrü bir Cuma günü Hakk’a kavuşarak sona erdi. Kabrinin nerde olduğu konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Buna göre kabri ya Hindistan’ın Nevz dağındaki mağarada veya Mekke’nin Ebû Kubeys dağındaki Kenz mağarasında veya Mekke’deki Hayf mescidinin yanında veya da Beytülmaktis’te (Kudüs) bulunuyor.
Yaratılanların En Güzeli

Hz. Âdem (a.s.) yaratılanlar arasında en güzeli idi. Ondaki bu güzellik Hz. Yusuf’dan (a.s.) başka kimsede bir araya gelmemiştir. Kendisi uzun boylu, kırmızı tenli, büyük gözlü, kalın baldırlı, uzun boyunlu ve sakalsızdı. Saçları çok, kıvırcık ve iki bölük halinde örgülü idi.
Rabbim kıyamet günü şefaatine nail olmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah…
Hz. Âdem’in (a.s.) hayatına dair anlatılanlardan anlaşılanları şöyle maddeleştirebiliriz:
1. Cenâb-ı Hakk kendisine sığınan kullarını hiçbir zaman kendi haline bırakmaz. Özellikle de Peygamberler ve salih kullarına daima yardım eder ve sıkıntıdan çıkış yolu gösterir.
2. Allah’u Teâlâ yeryüzünü tevhidi anlatan peygamberleriyle şereflendirmiştir. Onlarla dinini gönderip ikmal etmiş ve onların hürmetine birçok hayır kapıları açmıştır.
3. Cenâb-ı Hakk samimi tevbe ve amelleri kabul eder. Aynı zamanda bilinçli ve ısrarlı yapılan günahlar karşılığında da hesaba çeker ve mislince cezasını verir.
4. Güzel bir ameli başlatana, onu başlattığı için, kıyamete kadar, aynı ameli yapan amel sahiplerinin ecri eksilmeksizin kendisine de o ecirden pay verilir. Kötü bir ameli başlatana da onu başlattığı için, o amel yapıldığı müddetçe, yine amel sahiplerinin günahından eksilmeksizin kişiye o günahlardan pay verilir.
5. Allah’u Teâlâ insana dine ve yaşama ait her şeyi, ya bizzat veya vasıtalar aracılığıyla öğretmiştir. Bu da insanın aslında ne kadar aciz ve kendi haline kaldığı zaman ne kadar çaresiz olduğunun göstergesidir.
6. Hayır ve şerri Allah yaratır ancak kul itaat ve isyan arasında iradesiyle seçim yapma hakkına sahip olduğu için her zaman amellerinden sorumludur.
7. Şeytan ve nefis insanı haksız yere kendi öz kardeşinin kanını dökmeye kadar götüren, iki sakınılması ve zapt edilmesi gereken düşmandır. Habil Allah’ın peygamberine teslim olarak kalbini ve nefsini bütün kirlerden uzak tutmuşken, Kabil kör inat ve isyanı seçip hayatını nefsinin eline teslim ederek mahvetti.
8. Cenâb-ı Hakk ancak takva ehli yani Allah’tan hakkıyla korkup kötülüklerden son derece sakınanların amellerini kabul eder. Bilindiği üzere ancak niyeti samimi olan, nefsi teksiye olmuş ve kalbi bütün kirlerden arınmış kimseler takvalı sayılırlar. Bu da ancak bu özellikleri elde etmenin yollarını bilen ehil mürşitlerin eğitim ve terbiyesi altına girerek mümkündür.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.