Özlenen Rehber Dergisi

128.Sayı

Ashâb-ı Kiramın Feraseti

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 128. Sayı
Mü’mine Has Bir Özellik: ’FİRÂSET’- III
عَنْ أَب۪ى سَع۪يدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ.
ثُمَّ قَرَأَ: اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ.
Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın Firâseti:
Hz. Ebû Bekir (r.a.), imanda ümmete sebkat edişi nedeniyle firâsette de ileriydi. Bununla ilgili iki rivayet zikretmek istiyoruz:
- Nebi (s.a.v.)’in hanımı Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekir es-Sıddîk, kendisine Gâbe (mevkiin)deki malından (toplanmış) yirmi vesk hurma (mahsulünü) hibe etti. Vefat (zamanı) gelince (yani öleceği zaman bana): ’Ey kızcağızım! Allah’a yemin olsun ki, insanlardan hiçbir kimse yoktur ki ardımdan (zengin olması) bana, senin zengin olmandan daha çok sevgili olsun! (Yani her-kesten daha çok senin zengin olmanı isterim.) (Ve yine insanlardan hiçbir kimse yoktur ki ardımdan fakir olması) bana, senin fakir olmandan daha çok ağır gelsin! (Yani fakir olmana çok üzülürüm.) Muhakkak ki ben, sana (toplanmış) yirmi vesk hurma (mahsulünü) bağışlamıştım. Şayet topladıysan ve mülk edindiysen (topladığın o mahsül) sana aittir. Fakat o, bugün varis malıdır. O (varisler ise); senin iki erkek kardeşin ve iki kız kardeşindir. Artık o (malı) Allah’ın Kitabı (Kur’â)n’a uy¬gun olarak taksim edin.’ dedi. Âişe dedi ki: (Ben): ’Ey babacığım! Allah’a yemin olsun ki, şu ve şu kadar olsa da mutlaka onu (varislere) bırakırım. (Bu mala varis olan kız, sadece kardeşim) Esma’dır. Şu halde diğeri kimdir?’ dedim. Bunun üzerine Ebû Bekir: ’Hârice’nin kızı (Habîbe)’nin karnındaki (çocuk)tur. O (çocuğ)un kız (ola¬cağını) tahmin ediyorum.’ dedi. (Muvattâ, Akdıye, 33)
O, firâset nuruyla, hanımı Habîbe Binti Hârice (r.anhâ)’nın henüz karnında bulunan çocuğun kız olacağını söylemiş ve dediği gibi çocuk kız olmuş ve ismi de Ümmü Kulsûm konmuştur.
- Abdullah (b. Mes’ûd) (r.a.) şöyle demiştir: ’İnsanların en firâsetlisi (şu) üç (kimse)dir:
1- Yusuf hakkında teferrüste (firâsetle bir şeyi kestirmek) bulunup da karısına: ’Onun mevkiini yüce tut (iyi bak)’ (Yûsuf, 12/21) dediği zaman (Mısır) Aziz’i.
2- Musa (a.s.)’ı görüp de babasına: ’Babacığım, onu ücretle (çoban) tut.’ (el-Kasas, 28/26) diyen kadın.
3- Ömer (r.a.)’ı (yerine) halife bıraktığı zaman Ebû Bekir.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Ma’rifetu’s-Sahâbe, 107, c.3, s.96, h.no:4509)

Hz. Ömer (r.a.)’ın Firâseti:

Hz. Ömer (r.a.) da firâset sahibiydi. Peygamberimiz (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki ümmetlerden sizden önce geçenler içinde muhaddesûn (kendilerine il¬ham olunan kimseler) vardı. Muhakkak ki şu üm¬metim içinde onlardan bir kimse varsa, şüphesiz ki o Ömer b. el-Hattâb’dır.’ (Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 54)
’Muhaddesûn", Peygamber olmadıkları hâlde kendilerine Allah tarafından bir takım hâdiseler ve haberlerin ilham olunduğu kimseler demektir. İbnu’t-Tîn, hadiste geçen ’muhaddesûn" kelimesinin ’Firâset sahipleri’ manasına geldiğini söylemiştir. (Bkz., İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Bi-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Menâkıb 35, c.4, s.777)
Diğer bir hadiste ise: ’Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.’ (Ebû Dâvûd, Harâc-Fey’-İmâra, 18; Tirmizî, Menâkıb, 18) buyrularak onun bu nura sahip olduğu teyit edilmiştir.
Nitekim (bazı âlimlere göre 15, bazılarına göre 20 civarında) âyet onun görüşü ve arzusu yönünde nazil olmuştur. Onlardan üç tanesini kendisi şöyle haber vermiştir:
’Rabbime üç (şey)de muvafakat ettim.
(Birincisi:) ’Yâ Rasûlallah! İbrahim’in makamından bir namazgâh edinsek!’ dedim. Akabinde: ’İbrahim’in makamından bir namazgâh edinin!’ (el-Bakara, 2/125) (âyeti) indi.
(İkincisi:) Hicâb âyeti. ’Yâ Rasûlallah! Hanımlarına perde (arkasına geç)melerini emretsen, zira sâlih ve facir (fasık) kimseler onlarla konuşabiliyor!’ dedim. Akabinde Hicâb âyeti (el-Ahzâb, 33/53 ya da 59) indi.
(Üçüncüsü:) Nebi (s.a.v.)’in hanımları, O’nu kıskanma hususunda birleşti. Bunun üzerine onlara: ’Şayet (Rasûlullah) sizi boşarsa, umulur ki Rabbi ona (sizin) yerinize sizden daha hayırlı eşler verir.’ dedim. Bunun üzerine bu âyet (et-Tahrîm, 66/5) indi.’ (Buhârî, Salât, 32)
Hz. Ömer (r.a.)’ın Peygamberimizin hayatındaki bu ’muvâfakât’ının yanı sıra vefatından sonra da çok kereler ’isâbât/isabetli görüşleri, haberleri’ vardır. Bunlardan birisi de şu meşhur hadisedir.
İbn-i Ömer (r.anhümâ) anlatıyor: Muhakkak ki Ömer (b. el-Hattâb, savaş için bir aylık mesafede bulunan İran taraflarına) bir ordu gönderdi. Başlarına da Sâriye (b. Zenîm) diye çağrılan bir kimseyi komutan tayin etti. (Bir Cuma günü) Ömer (halka) hutbe verirken (minberde): ’Ey Sâriye, dağa (doğru)!’ (diye) seslenmeye başladı. Nihayet (İslâm) ordu(sun)dan (müjdeci) bir elçi geldi de (Ömer, ona savaş hakkında sordu. Elçi) dedi ki: ’Ey mü’minlerin emiri! Düşmanımızla karşılaştık, bizi hezimete uğrattılar. O sırada bir kimse: ’Ey Sâriye, dağa (doğru)!’ (diyerek) bağırıyor(du). Bunun üzerine sırtımızı dağa dayadık da Allah onları mağlup etti.’ Bunun üzerine Ömer’e: ’Sen bu şekilde sesleniyordun.’ dedik. (Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, c.6, s.370)
İbn-i Abbas (r.anhümâ)’nın Firâseti:
Sa’d b. Ubeyde’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam İbn-i Abbas’a geldi ve: ’Bir mü’mini (kasıtlı bir şekilde) öldüren kim¬se için tevbe var mıdır?’ dedi. (İbn-i Abbas cevaben): ’Hayır, (onun için) ancak (cehennem) ateş(i) vardır!’ dedi. (Soruyu soran adam) gidince, o(nunla) otu¬ranlar kendisine: ’Bize böyle fetva vermiyordun! Bize, ’bir mü’mini (kasıtlı bir şekilde) öldüren kim¬se için makbul bir tevbe vardır’ (şeklinde) fetva veriyordun. Bugün ne oldu (da böyle fetva verdin)?’ dedi(ler). (İbn-i Abbas cevaben): ’Muhakkak ki ben onun, kızgın bir adam olduğunu, bir mü’mini öldür¬mek istediğini tahmin ediyorum. (Bu nedenle ona böyle cevap verdim).’ dedi. (Ravi devamla) şöyle dedi: ’(Adamın) peşi sıra (bir kimseyi) gönderdiler. Onu (İbn-i Abbas’ın dediği) gibi buldular.’ (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Diyât, 155, c.5, s.434, h.no:27744)
Hz. Osman (r.a.)’ın Firâseti:

Rivayet edildiğine göre; bir adam Osman (r.a.)’ın yanına girdi. (Adam yolda gelirken) yabancı bir kadına bakmıştı. (Hz. Osman) ona bakınca: ’Şaşılacak şey! Biriniz, gözlerinde zina eseri olduğu halde yanıma mı giriyor!’ dedi. Bunun üzerine adam ona: ’Rasûlullah (s.a.v.)’den sonra vahiy mi?’ dedi. (Osman): ’Hayır. Fakat hak söz ve doğru firâset!’ dedi. (Muhibbuddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadara Fî Menâgıbi’l-Aşera, s.108, Matbaa Huseyniyye, Mısr, h.1327)
Mü’minin firâsetinden sakınmak nasıl olur?

Hadis-i şerifte: ’Müminin ferasetinden sakının’ buyrulmuştur. Bu, firâset sahiplerinden uzak durmayı değil, onların yakınında bulunuyorken kalbin çirkin hallerinden kurtulmayı ifade eder. Kişi, Allah dostlarının, kâmil mü’minlerin yanına günahlarına, çirkin hallerine tevbe ederek ve niyetini düzelterek girmelidir. Huzurda durduğu müddetçe ise kalbini muhafaza etmeli, gönlünden kötü düşünceler geçirmemeli, sürekli ayık olmalıdır. Riyadan sakınmalı, edebe aykırı davranışlardan kaçınmalıdır.
Hakk’a iletecek ancak Allah’tır:

Uyanık olmaya, ayıklığa, firâset nuruna en ziyade muhtaç olduğumuz bir zamanda yaşıyoruz. Bu zamanda, bir yandan küfür ve nifakın farklı şekillerde İslâm’a ve iman ehline hücumları, diğer yandan Müslümanlar arasında çıkan fitneler, ihtilaflar ’sırât-ı mustakîm/dosdoğru yol’da durmayı ve sebat etmeyi zorlaştırmaktadır.
Bela zamanı, imtihan karanlığında, ihtilaf denizinde, fitne dalgalarıyla mücadele ederken hak ile batılı birbirinden ayırt etmek, hakta sebat göstermek pek zordur. İtikatta, amelde, takvada hak üzere olabilmek, ancak Cenâb-ı Hakk’ın yardımı, tevfiki, sevki ile mümkündür.
Mü’minlerin annesi Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre Allah’ın Nebisi (s.a.v.), teheccüt namazına şu dua ile başlardı: ’Allah’ım! Cebrâîl, Mîkâîl ve İsrâfîl’in Rabbi! Göklerin ve yerin yaratanı! Ğaybı ve hâzırı bilen! İhtilâf etmiş oldukları şeylerde kullarının arasında (ancak) sen hükmedersin. İhtilâf edilen hakka izninle (iradenle) beni sevket! Muhakkak ki sen, dilediğini doğru yola iletirsin!’ (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîne ve Kasruhâ, 26)
Makalemizi, makalemizin ilk bölümünde zikrettiğimiz me’sûr dua ile sonlandıralım:
’Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve bizi, ona uy¬makla rızıklandır. Bâtılı da bize bâtıl olarak göster ve bizi ondan uzaklaşmakla rızıklandır. (Hakkı) bize karmaşık kılma yoksa biz saparız (dalalete düşeriz). Ve bizi takva sahiplerine ön¬der kıl.’ (İbn-i Kesîr, age., c.2, s.281)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.