Özlenen Rehber Dergisi

50.Sayı

Büyük Fakîh İmâm-ı A‘zam

Aysel ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 50. Sayı
Ebû Hanîfe hazretleri, Hanefî mezhebinin imamı olup, aynı zamanda da İslâm hukuk düşüncesinin ve içtihat anlayışının gelişmesinde çok önemli yeri olan bir isimdir. Asıl adı Numan b. Sabit’tir. Hicretin 80. yılında (699) Kufe’de doğmuş, 150 yılında (767) şaban ayında vefat etmiştir. (Ebû Hanîfe, Muhammed Ebû’z-Zehra, Terc. Osman KESKİOĞLU, s.21)

Ebû Hanîfe ve İmâm-ı A‘zam onun lakaplarıdır. Ona Ebû Hanîfe denmesinin değişik açıklamaları yapılmıştır. Ebû Hanîfe hazretlerinin yaşadığı bölgede “hanîfe” adını verdikleri bir tür divit ya da yazı hokkası vardı. Ebû Hanîfe hazretleri de devamlı onu yanında bulundurması sebebiyle kendisine bu isim verilmiş olabilir. Yine “hanîf” kelimesinin sözlük anlamından anlaşılacağı gibi doğruluktan, istikametten ayrılmadığı için de Ebû Hanîfe denmiş olabilir. Nitekim Ebû Hanîfe hazretleri hayatı boyunca doğruluktan ayrılmamış, hak olan davanın mücadelesini vermiştir.
İmâm-ı A‘zam, yani büyük imam diye anılması ise; İslâm hukukuna yaptığı katkılardan dolayı ve onun âlimler arasındaki kıymetini, derecesini göstermek içindir. (İslâm Ansiklopedisi, Ebû Hanîfe maddesi)

Ebû Hanîfe hazretleri ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmış, daha sonra ise bu işe ortakları aracılığıyla devam etmiştir. (M. Ebû’z-Zehra, a.g.e., s.30)

Ebû Hanîfe’nin doğduğu Kufe şehri ve çevresi ilim adamlarının yaygın olduğu bir ilim merkezi olmakla birlikte, birçok din, millet ve medeniyetin ortaklaşa yaşadığı bir ortamdır. Bu bölgede Müslümanlar, Hristiyanlar, Süryaniler, Ashâb-ı Kirâm’dan aldıkları doğru inançları insanlara anlatan Tabiîn âlimlerinin yanı sıra Şia, Mutezile, Hariciler gibi birçok farklı grup iç içe yaşıyordu. Ayrıca bu bölgede pek çok siyasî olaylar da meydana geliyordu. Ebû Hanîfe’nin böyle bir ortamda yetişmesi, onun hayatını çok etkilemiştir. Çünkü doğru ile yanlışın ayırımına varabilmiş, doğruları savunabilme gücü onda bu sayede daha da artmıştır.

Ebû Hanîfe hazretleri ticaretle uğraştığı için ilim meclislerine az uğrayabiliyordu. Zamanının ünlü âlimleri ondaki parlak zekâyı görerek ilme ağırlık vermesini tavsiye etmişlerdi. İşte İmâm-ı A‘zam bu tarihten sonra kendini daha çok ilme vermiştir. Zaten küçük yaşta Kur’ân’ı ezberlemiş olan İmâm-ı A‘zam, sarf, nahiv, şiir, edebiyat, cedel ve kelâm ilimlerini öğrendi. Zamanındaki bidat ve sapık fırkalarla sürekli tartışmalar yaptı ve doğruları savunabilmek için pek çok seyahatler yaptı. Ebû Hanîfe daha sonra fıkha yöneldi. Irak’ın en ünlü fakîhi ve Irak fıkhının üstadı Hammâd bin Ebî Süleyman’ın ilim halkasına katıldı. 18 yıl süreyle onun derslerine devam etti. Hocasının en başarılı öğrencileri arasında yer aldı. Hocasının 120 yılında vefatının ardından 40 yaşında onun yerine geçerek ders vermeye başladı. Zeki, konulara hâkim, özlü ve güzel anlatımı sayesinde ders halkası genişledi. Öğrencilerinin sayısı 4000’i aştı. Onun bu ders halkaları fıkhî problemlerin tartışıldığı, çözümlere kavuşturulduğu bir fıkıh akademisine dönüştü. Nitekim öğrencilerinden 40 kadarı içtihat yapabilecek bir seviyeye ulaşmışlardı. Bu da onun başarısının açık bir örneğidir.

Ebû Hanîfe hazretleri, sadece hocası Hammâd’ın dersleriyle yetinmemiş, zamanındaki diğer fukaha ve muhaddislerden de ders almıştır. Bunun için pek çok seyahatler yapmıştır. Ayrıca Ehl-i Beyt’ten Câfer-i Sâdık, Zeyd b. Ali, Muhammed Bâkır gibi imamlarla da görüşmüş, bilgi alışverişinde bulunmuştur. Hatta kendisi “Hz. Ömer’in, Hz. Ali’nin, Hz. Abdullah b. Mesûd’un ve İbn-i Abbas’ın fıkhını onların arkadaşlarından aldım” diyerek bu ilmi en yakın kaynaklardan aldığını belirtmiştir.

ONDAKİ EHL-İ BEYT SEVGİSİ

Emevî ve Abbasîler döneminde yaşayan Ebû Hanîfe (k.s)’nin Hz. Ali ve evlatlarına çok farklı bir bağlılığı vardı ve o, Ehl-i Beyt’e derin bir sevgi besliyordu. Bu nedenledir ki o dönemlerde Ehl-i Beyt’e yapılan bütün zulümlere, onların gaddarca öldürülmelerine karşı çıkmış, sessiz kalmamıştır. Ehl-i Beyt’i gerek Abbasîler gerekse Emevîler döneminde maddî ve manevî olarak desteklemiştir. Onların iktidara karşı ayaklanmalarına destekleyici fetvalar vermiş, iktidarın onlara karşı yaptıkları eziyetleri korkmadan açık açık anlatmıştır. Zira kızdıkları zaman âlimlerin lisanları, keskin kılıçların yapamadıklarını yapar, hatta onlardan daha keskin olur ve vuruşları kılıçlardan daha şiddetli olur. Nitekim böyle de olmuştur. Emevî ve Abbasî halifeleri İmâm-ı A‘zam hazretlerini ve diğer âlimleri yatıştırmak maksadıyla onlara üst kademelerde görevler vermiş, hediyeler sunmuşlardır. Diğer âlimler bunları kabul etse de Ebû Hanîfe hazretleri hiç birini kabul etmemiştir. Hatta o, Emevî halifesi için; “Caminin kapılarını saymamı istese yine yapmam” diyerek bu tür bir iktidara hiç bir şekilde yardımcı olmayacağını açıkça ifade etmiştir. Bu cesaretinin, bağlılığının sonucunda gerek Emevîler ve gerekse Abbasîler döneminde hapse atılmış, dövülmüştür. Hatta Abbasîler döneminde kendisine günde 10 veya 110 kırbaç vurulduğu haber verilmiştir. Abbasî halifesinin halkın nazarında çok kötü bir izlenim kazandığını anlaması ile aracılar vasıtasıyla İmâm-ı A‘zam hazretleri hapisten çıkarıldı; ancak ona yapılan zulümler dışarıda da devam etti. Nitekim ders vermesi, fetva vermesi, bir başkasıyla konuşması yasaklanmıştı. İşte böyle büyük mücadeleler veren Ebû Hanîfe 150 yılının şaban ayında Bağdat’ta vefat etmiştir. (İslâm Ansiklopedisi, Ebû Hanîfe mad., s.30-90)

FIKIH İLMİNDEKİ YERİ

Ebû Hanîfe hazretlerinin fıkhî gelişimini anlayabilmek için onun hayatını, kazancını nasıl sağladığını, karşılaştığı olayları, bulunduğu ortamı çok iyi bilmemiz gerekir. Nitekim hayatından da öğrendiğimiz üzere o ticaretle meşguldü ve bu nedenle daima hayatın ve fıkhî meselelerin içindeydi. Karşılaştığı birçok olayda ve ticarî işlerle ilgili birçok hususta kendisine pek çok sorular sorulmuştur. Bu nedenle sayısız içtihatlar yapmış ve Müslümanlara yardımcı olmuştur.

İmâm-ı A‘zam Hazretlerinin fıkıh metodu

O, bir meselenin hükmünü ilk önce Kur’ân’da aramış, eğer bulamadıysa Sünnet’te aramıştır. Hiç bir şekilde âyet ve hadislerin ruhuna aykırı bir hüküm koymamıştır. 4000 hadis rivayet ettiği nakledilen Ebû Hanîfe, verdiği hüküm şayet hadise aykırı ise derhal hükmünü bırakmıştır. O öğrencileriyle de görüşüp onların bildiği hadisleri, Sahâbî sözlerini dinlemiş, ondan sonra hüküm vermiştir. Âyeti, hadisi ve Sahâbî görüşlerini delil almıştır. “Ashâb-ı Kirâm Rasûlullah (s.a.v)’i gördüler” diyerek onların görüşlerinin, içtihatlarının karşısında durmamıştır ve ancak bunlar bulunmadığında içtihat etmiştir.

İmâm-ı A‘zam hazretlerinin fıkhının en belirgin özelliği, kıyası çokça kullanmasıdır. Bunun nedeni ise yaşadığı bölge insanlarının soru ve sorunlarıdır. Hayatından da anlaşılacağı üzere böyle karışık bir ortamda, cevabı verilmesi gereken sorularla Müslümanlara yol göstermesi gerekti. Onun İslâm fıkhına kazandırdığı en büyük güzellik, kıyası belli bir sistem ve kurala bağlamış olması, kıyası sıkça kullanabilmesidir, denebilir. (B.k.z., M. Ebû’z-Zehra, a.g.e., s. 490)

Ayrıca onun en büyük özelliklerinden biri de kıyası henüz olmamış olaylara uygulayabilmesidir. O, meydana gelen olaylara çözümler ürettiği gibi ihtimal halinde olan ve olacak olan olaylara da çözümler üretmiştir. Böylece önceden olayların, sorunların çözümlerini göstererek Müslümanlara yardımcı olmuştur. Zaten onun kıyasının en orijinal tarafları burasıdır. Ayrıca Ebû Hanîfe hazretleri “istihsân” delilini de çok kullanırdı. Bazen kıyas, bazense istihsânı kullanmasının asıl nedeni ise, dinde güçlüğün olmadığına inanması, halkın yararını, faydasını öncelemiş olmasındandır. Zaten istihsân, bir nevi kapalı kıyas, yani ilk bakışta görülmeyen ama doğru olan bir kıyastır ya da müçtehidin bir delile dayanarak farklı bir hüküm vermesidir. Gerek kıyas, gerek istihsân, gerekse örf dinimizde hak olan delillerdir.

Ebû Hanîfe (k.s) böylece sadece olmuş olan meselelerin cevabını vermiyor, hükümlerin alanını genişletiyor, olması ihtimal olan olaylara bile cevap verebiliyordu.

O, âyet ve hadislere, Sahâbeye bağlı kalarak insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmek için çalışmıştır. Bu konuda katı bir görüş benimsemeyip eski ile o günkü ortamı özümsemiş ve dinin, bütün millet, ırk ve insanlar için uygulanabilirlik özelliğini göstermiştir. Bu nedenledir ki Hanefî mezhebi Araplar dışındaki farklı milletlerden müslümanlar arasında daha yaygın bir mezhep olmuştur.

O, naklin ve aklın birlikteliğini, yorumunu, birbirine yakınlığını, dengesini yakalayabilmiştir. O bir konudaki az bir âyet ve hadisten pek çok hüküm çıkarabilmiştir. Ebû Hanîfe hazretleri kendi zamanına kadarki İslâm âlimlerinin söylemiş oldukları nassların yorumları olan kuralları, gerektiğinde dinin özüne sadık kalarak değiştirmiş, insanların ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Ayrıca o Mekke, Medine, Ehl-i Beyt fıkhından da faydalanmış, ümmetin birçok âlimiyle görüşüp onlarla fikir alışverişinde bulunmuş, ümmetin fıkhî sahadaki görüşlerini kendi bildikleriyle özümseyip daha doğru ve geniş bir görüş ortaya koyabilmiştir. Şurası da unutulmamalıdır ki, Ebû Hanîfe (k.s)’nin fıkhı, asla bir dinî kuralı, ana ilkeleri bozup değiştirici nitelikte değildir.

İmâm-ı Şafiî’nin şu sözü bütün bunların bir ifadesi olarak yeterlidir herhalde: “İnsanlar fıkıhta, Ebû Hanîfe’nin iyalidir”
Ebû Hanîfe’nin İslâm akaidine kazandırdığı güzellikler de çok fazladır. O, Ehl-i Sünnet inancının şekillenmesinde de çok önemli bir paya sahiptir.
Ebû Hanîfe hazretleri, kanaatkar, cömert, güvenilir, âbid ve zâhid bir insandı. Kazancına haram ve şüpheli gelir karıştırmamaya özen gösterirdi. Yıldan yıla kazancını hesap eder, onunla etrafındaki ilim adamlarının ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılar ve “Bunu ihtiyacınız olan yere sarf edin ve sadece Allah’a hamd edin. Çünkü verdiğim mal gerçekte benim değildir, sizin nasibiniz olarak Allah fazl ve kereminden onu benimle size göndermiştir” derdi. Bir defasında ortağı defolu bir kumaşı yanlışlıkla normal fiyata satmıştı. Bunun üzerine İmâm-ı A‘zam hazretleri o parti maldan elde edilen bütün parayı dağıtmıştı.

Onun tek bir emeli vardı; hakikati doğru anlamak. Nefsini her türlü süflî arzulardan kurtarmıştı. Son derece ihlâs ve samimiyet sahibiydi. Bir defasında “sünnete muhalefet mi ediyorsun?” dediklerinde; “Allah, Rasûlü’ne muhalefet edene lanet etsin! Zira Allah (c.c) bize onunla ikramda bulundu ve bizi onun aracılığıyla kurtardı...” (İbn-i Abdilberr, el-İntiga, s.259) cevabını vermiştir. Ebû Hanîfe (k.s) biliyordu ki, fıkıh din idi, dini anlamaktı. İşte bunun için bütün hayatını ona adamıştı. Ayrıca o, bildiklerini her ortamda anlatabilecek bir cesarete, güçlü bir imana sahipti. Ehl-i Beyt’e yapılan bütün zulümlere karşı durmuş, hiç bir şekilde zalimlerin yanında olmamıştır.

ESERLERİ

İmâm-ı A‘zam’ın bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış bir eseri yoktur. Zaten o devirde, hocaların sözlerini talebeleri kaleme alırlardı. Bu bakımdan İmâm-ı A‘zam’a isnat edilen eserler şunlardır:

El-Fıkhu’l-Ekber: İmâm-ı A‘zam’a ait olduğunda görüş birliği olan bir eserdir.

El-Müsned: İmâm-ı A‘zam hazretlerinin rivayet ettiği hadislerle, fetvalarında delil olarak kullandığı hadisleri içeren bir eserdir.

El-Fıkhu’l-Ebsat: Akaitle ilgili görüşlerini içerir.

El-Âlim ve’l-Muteallim: Soru-cevap şeklinde olup Ehl-i Sünnet’in görüşlerini belirtir.

Er-Risale, el-Vasiyye: Akaitle ilgilidir.

El-Kasîdetu’n-Numaniyye: Hz. Peygamber Efendimiz için yazdığı naattır.
İmâm-ı A‘zam’ın talebeleri ondan öğrendiklerini uygulayarak hüküm vermeye onun vefatından sonra da devam etmişlerdir. Böylece onun fıkhı devam etmiştir. En meşhur öğrencileri İmam Yusuf ve İmam Muhammed’dir. (Çağımızdaki İtikadî İslâm Mezhepleri, Prof. Dr. Ethem Ruhî Fığlalı, s. 59-61)

Mevla’m bu büyük âlimin ilminden ve faziletlerinden bizleri nasiplendirsin, şefaatine nail eylesin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.