Özlenen Rehber Dergisi

47.Sayı

Vücuda Can Veren Kan -ıı .....hâlık ve Mâhluk...

Hüsamettin BOLAT Özlenen Rehber Dergisi 47. Sayı
Geçen sayımızda Alyuvarlar ve Hemoglobin hakkında bilgiler vermeye çalışmıştık. Bu sayımızda ise sizler için derlemeye çalıştığım, kanımızın yapı taşlarından Akyuvarlar hakkında bilgiler sunmak istiyorum.

AKYUVARLAR

Kimi zaman içtiğimiz suda bile bizi hasta edebilecek mikroplar, ne zaman harekete geçeceği belli olmayan tehlikeli virüsler vardır. Ancak gün içinde defalarca vücudumuza giren bu zararlı maddelerin varlığını anlamayız bile. Bunun nedeni vücut içerisinde zararlı şeyleri tespit edip yok etmekle özel olarak görevlendirilmiş bir ordunun varlığıdır. Allah’ın insanlar için büyük bir nimet olarak yarattığı ve dünyada eşi benzeri olmayan bu üstün savunma ordusu, damarlarımızın içinde sürekli olarak devriye gezmektedir. Normal şartlarda ortalama 1 mm3 kanda 6-10 bin arasında akyuvar bulunmaktadır. Dolaşım içinde ortalama 500 alyuvara karşılık bir tek akyuvar bulunur. Eğer dolaşımdaki tüm akyuvarlar bir araya toplanabilseler, bir kahve fincanını ancak doldurabilirler.

Bir akyuvarın kalpten başa gidip gelmesi yaklaşık 10 saniye, ayak başparmağına yani vücudun kalpten en uzak bölgesine ulaşıp dönmesi ise yaklaşık bir dakika sürer. Tek bir akyuvar hücresinin bir gün içinde vücutta yaptığı tur ise, 1000’den fazladır.

Akyuvarlar, çekirdekli ve renksiz hücrelerdir ancak çekirdekli olmalarına rağmen dolaşıma katıldıktan sonra bölünme yeteneklerini kaybederler. Amaçları artık bölünmek değil, savaşmaktır. Dolaşıma katılmalarının ardından ömürleri kanda 3-4 saat, dokularda ise 3-4 gündür.

Ciddi enfeksiyon durumlarında akyuvarların yaşam süresi genellikle birkaç saate kadar düşer. Çünkü bu hücreler hızla hasar alan bölgeye ilerler, burada görevlerini yerine getirir ve işleri bittiğinde son derece yorgun düşmüş olduklarından kısa sürede ölürler. Ama bu sırada enfeksiyonun ortadan kaldırılabilmesi için kemik iliğinde üretim devam etmektedir.

Kızamık gibi bazı hastalıkları hayatımız boyunca sadece bir kere geçirmemizin sebebi B lenfositlerinin artık kızamık virüsünü tanıyor olmasıdır. Virüs, vücuda girer girmez bu hücreler tarafından tanındığından hemen sindirilir ve ortadan kaldırılır. Virüs, tekrar hastalığa sebep olmak için fırsat bulamaz. Vücuda aşı ile hastalık mikrobu enjekte edilmesinin sebebi de B hücrelerine bu hastalığı tanıtmaktır.

Vücudun, düşmanın saklandığı yeri ortaya çıkaran bir savunma sistemi vardır. Vücudun her neresinde olursa olsun mikroplar tespit eden bu sistemi oluşturan hücreler kompleks bir ağ ile birbirlerine bağımlı hareket ederler. Bunlardan bazıları tehlikeyi fark eder, bir kısmı ön durdurma harekâtını başlatır, bir kısmı diğer savunma hücrelerine haber verir, bir kısmı asıl öldürücü darbeyi vurur, bir kısmı da gelecekteki tehlikelere karşı hatırlatıcı olarak bir kenarda bekler. Meydana gelen bu ağın sadece tek bir parçasını çıkarmak savunma sistemini yok olması demektir.

Bir Yaralanmanın Ardından Vücutta Yaşananlar

Bir kaba bir miktar sıvı koyun ve kabın altından bir delik açın. Sıvı, her ne olursa olsun, mutlaka kabın altındaki bu delikten dökülmeye başlayacak ve kabın tamamı boşalana kadar da dökülmeye devam edecektir. Bu sıvıyı durdurabilmeniz için deliği bir şekilde kapatmanız gerekir. Aksi takdirde durdurmanız imkânsızdır. Yeryüzünde, bir ağ örerek, açılan deliği pıhtılaşarak kendi kendine kapatabilen tek sıvı ’kan’dır.
Kanda ve dokularda, pıhtılaşmanın meydana gelmesini sağlayan 40’dan fazla madde bulunur. Bunların bir kısmı pıhtılaşmayı başlatır, bir kısmı hızlandırır, bir kısmı da pıhtılaşmayı sona erdirir. Vücutta meydana gelen kanama durdurulmazsa, kan basıncının düşmesi ve sıvı miktarının azalması başta beyin olmak üzere tüm vücut organlarına zarar verecektir. Kan kaybı nedeniyle beyin fonksiyonları durduğunda önce baygınlık, yaklaşık 30 saniye içinde de şuur kaybı meydana gelir. Ardından normal bir kan basıncı ile çalışabilen böbrekler, kan basıncının düşmesi sonucunda işlevlerini yerine getirememeye başlarlar.

İşte bu nedenle kanamanın hemen durması çok önemlidir. İlk önlemler ise hayatidir. Sinirler, 50 milisaniye içerisinde beyne, tahribatın sınırları hakkında bilgi gönderir. Bu, gerçekten de baş döndürücü bir hızdır. Kişi, belki de henüz bedeninde bir yara açıldığının farkında değildir. Damarın kesilmesinden sonraki iki saniye içinde damarın duvarı ani bir refleks hareketi ile kasılır. Kalın duvarlara sahip olan atardamar ise otomatik olarak kapanarak vücuda kan akışını en aza indirmeye başlar. Söz konusu refleks hareketi 20-30 dakika kadar sürebilir. Bu önlemin ardından trombositler devreye girerler. Kanama çok yoğun ise 10-15 saniye içinde, kanama yoğun değilse 1 veya 2 dakika içinde trombosit pıhtısı meydana gelir ve kan akışı büyük ölçüde durdurulur.

Kan Grubu

Tarihte yapılan ilk kan naklinde hastaya bir hayvanın kanı verilmişti. Hasta kısa bir süre içinde öldü ve buna kimse bir anlam veremedi. Verilen farklı hayvan kanları da işe yaramayınca, insandan insana nakil fikri doğdu. Kan ihtiyacı baş gösterdiğinde, kanının bol olduğu düşünülen ve rast gele seçilen birkaç kişiden nakil denemeleri yapıldı. Ancak bu denemelerin de çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Kan nakliyle uğraşan ilk hekimler, bu önemli sıvıyı iki özelliğinden dolayı tam olarak analiz edip tanıyamıyorlardı. Bunlardan birincisi kanın beden dışında pıhtılaşma özelliği, ikincisi ise, kan verdikleri kişinin ölme olasılığıydı.

Kanın, kırmızı bir sıvıdan ibaret olmadığının ortaya çıkışı 20. yüzyılın başlarına rastlar. Her insanın kanında diğer insanlardan farklı olabilecek çeşitli faktörler vardır. Dolayısıyla kan naklinin gerçekleşebilmesi için her iki kişide de bu faktörlerin uyumu aranır. ’Kan grubu’ dediğimiz şey, insanın sahip olduğu bu özel faktörlerin belirlenmesidir. Kan grubunu belirleyen faktörler ise 300’den fazladır. Bu faktörlerin her biri, sizi diğer insanlardan ayırt eder. Kan grubunu belirleyen özellikler, alyuvarlarda saklıdır. Alyuvarların zarlarında bulunan 200 farklı molekül arasından bizleri belki de en yakından ilgilendiren, kana A, B ve 0 grubu özelliğini veren moleküllerdir. Alyuvarlar, ya A grubu, ya B grubu moleküllerini, ender olarak her ikisini (AB) birden taşır ya da hiçbirini (0 grubu) taşımayabilirler.

Alyuvarlarında A grubu moleküller bulunan kişilerin kanında B grubu moleküllerine karşı antikorlar vardır. Bu, B grubu moleküllerine karşı savaş demektir. İşte bu nedenle A grubu kan taşıyan bir insana B grubuna ait bir kan verildiğinde, bağışıklık sistemi birkaç saniye içinde harekete geçer ve bu ’yabancıyı’ yok etmeye çalışır. Bunun sonucu ise, son derece ciddidir. Kan hücreleri patlar, kan pıhtılaşır, böbrekler ve akciğerler işlevlerini yerine getirememeye başlar. Ani müdahale edilmediği sürece sonuç büyük oranda ölüm olur.

Kanlarında her iki molekülü de taşımayan kişiler, yani 0 grubu kana sahip insanlar, her iki moleküle karşı da antikor geliştirmişlerdir. Onlar ancak, bu iki moleküle de sahip olmayan, yani kendileri gibi 0 grubu kana sahip bir kişiden kan alabilirler. Kanlarında her iki molekül de bulunan AB grubu kana sahip kişiler ise, bu moleküllerin hiçbirine antikor geliştirmemişlerdir. Sırf A grubu veya sırf B grubu kana sahip kişilerden de kan alabilirler.

Alyuvarlar üzerinde bulunan ve yukarıdaki moleküller gibi aynı derecede öneme sahip bir başka molekül ise Rhesus (Rh) faktörüdür. Eğer bir insanın alyuvarında bu molekül varsa, kan grubu Rh pozitif (+), yokluğunda ise kan grubu Rh negatif (-) olur. Rhesus faktörü en büyük önemini gebelikteki kan uyuşmazlıklarında gösterir. Rhesus faktörü olmayan hamile bir kadın, doğumdan kısa bir süre sonra Rhesus faktörü olan bebeğine karşı antikor geliştirir. Bu antikorlar, ilk bebeğe zarar vermeyeceklerdir. Ancak Rhesus faktörüne sahip ikinci bebek, annede artık hazır bulunan bu antikorların saldırısına uğrar. Antikorlar bebeğin bedenini hedef alır, onun taze alyuvarlarını yok eder. Bebekte kansızlık ve kalp hastalıkları baş gösterir. Bebeğin sağ olarak doğması zordur ama doğsa bile küçük bedenindeki alyuvarların parçalanmaları sonucunda “bilirubin” adı verilen zehirli bir madde oluşmuştur. Bu madde genellikle beyne zarar verir ve meydana gelen zihinsel rahatsızlıklar sonuçta ölüme bile yol açabilir.

Vücudumuz, rast gele ortaya çıkmamıştır. En ince detaylarına kadar planlanmış, tasarlanmış ve özenle biçimlendirilmiş bir bedene sahibiz. Bu yaratılışın sahibi ise, sadece biz insanları değil, her şeyi yaratan Hz. Allah’tır. Vücudumuzdaki gözle görülmeyen sistem ve organların arasında var olan olağanüstü uyum Allah’ın mutlak varlığını tüm ihtişamı ile gözler önüne sermektedir. Bu hakikat bir âyet-i kerimede şu şekilde ifade edilmektedir: “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde (Allah’ın birliğini ispatlayacak) birçok alâmetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?”(ez-Zâriyât, 51/20-21.)
-----------
(Makalede; Bilim ve Teknik, Tübitak Yay., Şubat 1998, sayı 363; SUCU Ayten, BAYAR Semra, KÜPELİ Melahat, Biyoloji Lise 2, M.E.B. Devlet Kitapları, İstanbul 2000; Arthur C. Guyton, Tıbbî Fizyoloji, 7. Baskı, Nobel Tıp Kitabevi, 1986 adlı eserlerden yararlanılmıştır.)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.