Özlenen Rehber Dergisi

141.Sayı

Kur'an da Tevhid Kavramı

İsmail KOCABIYIK Özlenen Rehber Dergisi 141. Sayı
Kur’an-ı Kerim, tevhid konusu, diğer konulardan çok daha geniş bir şekilde ele almıştır. Öyle ki ’elif’inden tutun da ’ye’sine kadar Kur’an’ın hepsi tevhid kavramına yer vermiştir. Kur’an’da Cenâb-ı Allah (c.c.) bütün Peygamberlerin davete çağırmalarında ilk başladıkları şeyin tevhid olduğunu açıklar.
Tevhid bütün Peygamberlerin çağrısıdır

Hz. Âdem (a.s.) ilk peygamberdir ve onun kurduğu küçük toplum da ilk tevhid toplumudur. Daha sonraları çeşitli sebeplerden dolayı kimileri ilk peygamber ile gelen tevhid yolundan saptıkça, azdıkça, Yaratan’dan gafil kaldıkça, bundan dolayı da bedbaht oldukça Allah (c.c.) rahmetinin sonucu olarak onlara elçiler ve kitaplar göndermeye devam etti. Bu elçiler de onları Tevhid’e davet edip, onları şirkten ve onun getireceği zararlardan sakındırdılar.
"Andolsun ki biz her ümmete; ’Allaha kulluk edin, putlar (a tapmak)dan kaçının’ diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir. Sonra Allah içlerinden kimine hidâyet vermiş, kiminin üzerine de sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde gezinin de (peygamberlerini) tekzîb edenlerin sonu nice oldu görün.’ (Nahl, 36).
Bir başka ayette ise;
’Senden önce hiçbir peygamber de göndermedik ki, ona: ’Şu muhakkak ki, Benden başka ilâh yoktur; öyle ise bana kulluk edin!’ diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiya, 25).
Görülüyor ki tevhid inancı, akidenin esasıdır. Şeriatın tümü onun için indirilmiş, bütün peygamberler, hep o inanca çağırmışlardır. Bu temel akideye dayalı olan İslam dininin ana hedefi, insanları şirkten, tağutlardan ve küfürden kurtararak Allah’ın birliğine inandırmak, kalplerde bu ruhu yeşertmek, Allah’ın birliğini gönüllerde filizlendirip yerleştirmektir.
Tevhid akidesinin, küçük bir şüpheye yer bırakmadan, saf ve katıksız bir şekilde yerleşmediği bir kalpte hakiki imandan bahsetmek mümkün değildir. Tevhid akidesinin kalpte tam hakimiyeti için önce zâhiren ve bâtınen kalpteki tağutları tanımamak, onları reddetmek gerekir. Nitekim Allah (c.c.): ’Dîn(e girme)de zorlama yoktur; îman küfürden şüphesiz iyice ayrılmıştır. Artık kim tâğûtu (Allah’ın yerine tuttukları herşeyi) inkâr edip Allah’a îmân ederse, böylece şüphesiz kopmayan çok sağlam kulpa tutunmuştur! Allah ise, Semî’ (hakkıyla işiten)dir, Alîm (herşeyi bilen)dir.’ (Bakara, 256) buyurarak kalpte gerçek anlamda tevhid hâkimiyetini bu şekilde olmasını gerektiğini beyan etmiştir.
Hz. Yakup (a.s )’ın oğulları ile arasında geçen kıssada tevhid
’Yoksa siz Ya’kub’a ölüm geldiği zaman yanında mı idiniz? O zaman oğullarına: ’Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz?’ demişti. (Oğulları da:) ’Senin İlâhın ve ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk’ın İlâhı olan tek bir İlâha (Allah’a) ibâdet edeceğiz. Zaten biz, O’na teslim olan kimseleriz!’ dediler.’ (Bakara, 133) buyruğu şanı yüce Allah’ın her ümmete peygamberleri aracılığıyla gönderdiği dinin aynı ve bir olduğunu göstermektedir. Bu din Yüce Allah’ı halis bir şekilde tevhid etme (birleme) ve bütün peygamberlere itaat etme dinidir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: ’(O Allah ki;) ’Dîni ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!’ diye Nûh’a kendisiyle tavsiye etmiş olduğunu, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya kendisiyle tavsiye etmiş olduğumuzu, size dinden şeriat kıldı.’ (Şûra, 13)
Kur’ân-ı Kerim iki temel esas üzerinde yükselen aynı ve tek dine (tevhid) uymayı teşvik etmiştir. Bu iki esas şunlardır:
1- Tevhidi benimsemek, şirk ve putperestliği her çeşidiyle reddetmek
2- Yüce Allah’a teslim olmak ve bütün amellerde yalnızca O’na itaat etmek.

Aynı anda bu iki niteliği kendisinde toplamayan bir kimse Müslüman değildir ve Müslümanlık vasfını üzerinde toplayamaz. Böyle bir kişi bütün peygamberlerin kendisine davet ettiği dosdoğru dinin yolu üzere de yürümemektedir. Hz. İbrahim’in halis dini, bizzat Peygamberimizin (s.a.v.)’in ve onun sahabesinin izinden gidenlerin davet ettikleri dinin aynıdır.
Kur’an Ehl-i Kitab’ı bir olan şeye(tevhid) çağırması
’De ki: ’Ey ehl-i kitab! Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin! Şöyle ki: ’Allah’dan başkasına ibâdet etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı rabler edinmesin!’ ’ Buna rağmen (onlar yine de) yüz çevirirlerse artık: ’Şâhid olun ki gerçekten biz Müslümanlarız’ deyin!’ (Âl-i İmran, 64)
Kur’an-ı Kerim Hristiyanların Mesih’in ulûhiyetini iddia etmelerine karşı iddialarını çürüten kesin delilini ortaya koyar. Daha sonra burada Yahudileri de Hristiyanları da dinin aslına ve bütün peygamberlerin çağrısının ittifakla ortaya koyduğu dinin ruhuna davet etmektedir. Bu ise Allah’ı tevhid etmek, O’na ibadet etmek ve Peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim’e uymaktır. Çünkü onun dini İslâm dinidir. O Yahudi de değildi, Hristiyan da değildi.
Yahudiler muvahhid olmakla birlikte, onların anlayışına göre ilâh mefhumu, hak ilâh olmaktan çıkmıştı. Diğer taraftan onlar kendiliklerinden uydurdukları hükümlerde dinî önderlerine uyuyorlardı. Hristiyanlar da önceleri muvahhid idiler. Halen de vahdaniyet inancına sahip olduklarını ileri sürmektedirler. Fakat onlar Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu ve teslisi (üçlü ilâh anlayışını) iddia etmekle de kalmadılar, Hz. İsa’nın ulûhiyyetini de üç ilâhın tek bir ilâh olduğunu, onun da İsa olduğunu ileri sürdüler.
Adiyy b. Hatem’den şöyle dediği rivayet edilir. Boynumda altın bir haç olduğu halde Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna vardım. Şöyle buyurdu; ’Bu da ne oluyor Ey Adiyy? Şu putu üzerinden at.’ O’nu Tevbe Suresi’nde, ’Onlar, Allah’ı bırakıp âlimlerini (hahamları), rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler.’ buyruğunu okurken dinledim. Sonra şöyle dedi: ’Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı, fakat kendilerine bir şey helal kıldıkları vakit, onu helal belliyorlar. Haram kıldıkları vakit haram belliyorlardı.’ (Tirmizî, Tefsîr’ul-Kur’an, bab:10, No:3095) [Tirmizî, Tefsir, Berâe: (3094)] (Kurtubî Tefsiri C.8 S.198)
Buna göre Kitap Ehli’ne böyle bir hitap yöneltilmektedir. Çünkü onlar âlimlerine bu şekilde itaat etmekle onları rab gibi bir konuma çıkarmış oldular. Cenâb-ı Allah bu durumu tevbe suresinde şöyle anlatıyor:
’(Yahudiler) hahamlarını, (Hristiyanlar da) râhiblerini ve Meryemoğlu Mesîh’i Allah’dan başka rabler edindiler. Hâlbuki ancak tek bir İlâh’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ilâh yoktur! O, (onların) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek münezzehtir!’
Tevhid inancı insana gönülde, dilde ve davranışlarda istikamet olmayı gerekli kılar. Bu sebeple namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha suresinde: ’Bizi dosdoğru yola hidayet eyle!’ (Fatiha, 6) şeklinde geçen ayet insanın hakka, iyiye, güzele yönelmesinin ve her türlü sapıklıktan uzak kalmayı isteme arzusunun bir yansımasıdır. Rasûlullah (s.a.v) ’Doğru yol’ (es-Sırat’ul-Mustakim) ifadesini bir şekille Sahabeye (R.anhüm) bizzat açıkladığını Hz. Cabir bin Abdillah şöyle rivayet ediyor:
’Rasûlullah (s.a.v.)’in yanındaydık. O, yere bir çizgi çizdi. Bu çizginin sağına iki, soluna da iki paralel çizgi daha çizdi. Sonra elini ortadaki çizginin üzerine koydu ve dedi ki: Bu, Allah’ın yoludur. Sonra şu âyeti okudu: ’Ve şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur; öyle ise ona tâbi olun! Ve (başka) yollara tâbi olmayın! Sonra sizi O’nun (Allah’ın) yolundan ayırır(lar). İşte bunlar (Allah’ın) size o emrettiği (şeyler)dir; tâ ki (günahlardan) sakınasınız.’ (En’am, 153)
Sırat-ı Müstakim, ifrat ve tefritten uzak dengeli bir ümmetin yoludur. Yani, Allah Rasulü’nün ve onun ashabının izlediği yoldur. Kur’ân-ı Kerim’de ’Allah’ın yoluna uymayı, topluca O’nun ipine sarılmayı, çözülüp parçalanmamayı, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı’ korumamız gerektiği dile getirilir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
’O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın’ (Âl-i İmran, 103)
’Allah’a ve Onun Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekinmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kesilip) gider. Bir de sabr(-u sebat) edin (katlanın). Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.’ (Enfal, 46)
SONUÇ:

Tevhidin nuru güzel sıfatlardan birinin üzerine doğacak olursa onun karşılığı olan kötü sıfatlardan birinin karanlığı gider. Kalb tam manasıyla tevhidin hükmü altına girince, kişinin sıfatları değişir; kibrin tevazuya, malla gururlanma azla kanaat etmeye, tüm kötü sıfatlar iyiye inkılâp eder. Zahirî üstünlük hakiki üstünlüğe döner. Çirkin sıfatlar ağacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, oraya iman ve tevhid tohumu dikilir. Orada Allah’ı tenzih ve tefrîd fidanları yeşerir. Böylece kulda güzel ahlak çoğalır. Allah Teâlâ’nın şu âyeti bu meseleyi veciz şekilde açıklamaktadır.
’(Toprağı) iyi olan beldeye gelince, onun bitkisi, Rabbinin izniyle, (güzel) çıkar. Kötü olanın ise ancak zor çıkar (çıksa da pek faydası olmaz). Şükredecek bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.’ (Araf, 58)
Allah’ın Rasul’ünün ve onun pak sahabesinin ortaya koyduğu tevhid kavramı ile anlaşılan İslam, Müslümanları çıkmazdan çıkartır. Yoksa kendi heva ve hevesleri ile yorumlanan tevhid kavramı insanı çıkmazlara sürükleyeceği gibi kötü bir yolun da öncüsü olmuş olur. Bugünde Müslümanlar bunun sorunlarını yaşamaktadır. Tevhid anlayışını kendi eksik akılları ile yorumları ile değerlendirip, hakkın da kendi tarafında olduğunu idda edip mazlumların ahını alıyorlar. İşte Kur’an ve Sünnet’in aydınlığını bırakıp heva ve hevesleri ile hareket eden nefis, insanlığı böyle fitnelere iletiyor. ’…Çünkü fitne (onların sizi küfre zorlamaları), öldürmekten daha kötüdür…’ (Bakara, 191)
Rabbim bizlere tevhid ışığıyla gören göz, anlayan kalp versin. Tevhid sağlam bir kaledir ve ancak bu kaleye girenler Allah’ın azabından kurtulur. Allah Teâlâ, hepimizi bu kaleye girenlerden eylesin! FazI ve keremiyle bizlere sırların kapılarını açsın. Âmin…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.