Özlenen Rehber Dergisi

98.Sayı

İstanbul'un Fethi...

Mehmed DENİZ Özlenen Rehber Dergisi 98. Sayı
Ecdadımızın İslam’ın yayılması, devletinin ve milletinin bekası için yapmış olduğu fedakârlıklar, üzerinden yüz yıllarca seneler geçmesine rağmen her daim hafızalarda canlılığını korumakta, bu üstün gayretlere daima hak ettiği değer verilmekle takdis edilmektedir. İşte bu fedakârlıkların en değerlilerinden biri de hem yaşadığımız coğrafyada hem de dünyada başlı başına muazzam sonuçlar ihtiva eden İstanbul’un fethidir.
Doğu Roma İmparatorluğunun bin yıllık başkenti, Doğu ve Batı ülkelerinin gıpta uyandıran hâkimi durumundaki İstanbul (Konstantıniyye) İslam’ın doğuşundan beri padişah ve sultanların özlemle fethetmeyi amaçladığı bir şehir idi. Özellikle Peygamber Efendimizin (s.a.s.) belirtmiş olduğu müjdeye mazhar olmak arzusu İstanbul’un fethine olan rağbet ve hasretin artmasına neden olmuştur. ’Letüftehannel Konstantiniyyete, fele ni’me’l-emiru, emîruha, veleni’me’l-ceyşü zâlike’l-ceyş / Kostantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir...’
Rumeli ve Anadolu topraklarının tamamına hükmeden Devlet-i Osmaniyye daha Yıldırım Bayezid Han zamanında bu müjdeye nail olmak üzere İstanbul’u kuşatmışken, Doğuda Timur’un ortaya çıkıp araya girmesi bu fethin gecikmesini ve ertelenmesini icap ettirmiştir. Lakin 1453 Yılı (H. 857) 28–29 Mayıs’ının uzun gecesinin ardından sabahın ilk ışıklarına kadar en başta Fatih Sultan Mehmed Han olmak üzere bütün ordunun tekbir nidalarıyla surların çevresinde geceyi geçirmesi ve sabah ezanıyla beraber Akşemseddin ve Molla Gürani Hazretleri gibi devrinin salih ve sıddık kimselerinden olan kâmil mürşidlerle beraber sabah namazını kılıp Fatih Sultan Mehmed Han’ın surlara hücum emriyle İstanbul’un yüzyıllardır beklenen fetih kaderi artık belli olmuştu.
Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinden iki gün önce 27 Mayıs 1453 günü Bizans İmparatoru Konstantin’e bir sefaret heyeti göndererek kan dökülmeden şehri teslim etmesi halinde bütün ailesi ve servetiyle dilediği ülkeye gideceğine dair teminat vermesine karşın Ayasofya’da toplanan Bizans Saltanat Meclisi’nin de görüşünü alan İmparator Konstantin kuşatmanın kaldırılması halinde vergi vermeyi kabul etmiştir. Bu kararın Cihan Padişahına tebliğinden sonra fetihten önce yapılan büyük toplar ki, on iki karış çapında ve on kantar ağırlığında olup elli çift sığır tarafından çekilip yedi yüz kişi hizmetinde bulunurdu, şehrin surlarını bütün gücüyle dövmeye başlamış ve fetih Sultan’a nasip olup Fatih Sultan Mehmed Han zafer sancağı önünde dalgalanarak büyük bir zafer ve şan içinde şehrin kapısından girmiştir. Fatih İstanbul’u zapt ederek almasına ve bütün şehir içindeki mal ve mülk ile Fatih’in olmasına karşın fethi takip eden iki gün bekledikten sonra Fatih, elinde silah olmayan hiçbir kimsenin canına ve malına dokunulmaması emrini vermiştir.
Fatih, 1 Haziran günü Cuma namazını kılmak üzere Ayasofya’ya geldiği ve Patrik dâhil bütün Bizans halkı yerlere kapanarak kendisini karşıladığında onlara demiştir ki:
"Kalkınız!.. Ben Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed Han.. Bu andan itibaren hiçbiriniz, hayatınızdan ve hürriyetinizden endişe etmeyiniz. Hayat ve hürriyetiniz teminatım altındadır..." O andan itibaren Fatih, kendi mülkü saydığı Ayasofya’yı camiye tebdil ederek, ilk defa Akşemseddin Hazretleri’nin hutbesini dinleyip Cuma namazını kılmıştır.
Fatih, İstanbul’un fethini sadece ordusunun ihtişamı ve büyüklüğüyle kazanmadı… Yalnızca, kalpleri tam bir huzur ve fetih isteğiyle dolu askerlerinin cesaretiyle de kazanmadı... Fatih Sultan Mehmed Han tahta geçtiğinde on dokuz yaşındaydı ve İstanbul’ un Fethi’ni gerçekleştirmek üzere Edirne’de çalışmaya ve hazırlık yapmaya başladığında yirmi yaşına henüz girmişti ve o yaşında İstanbul Boğazı’nın kıyısında "Rumeli Hisarı" dediğimiz ve hâlâ ihtişamla ayakta duran o büyük hisarı dört ay on altı günde tamamlamıştı. Rumeli Hisarı’nın inşaatı sürerken gelen Bizans elçisine "Benim kılıcımın uzandığı yere, senin efendinin hayalleri bile erişemez!" diyen Fatih, Anadoluhisarı’nın karşısına Rumelihisarı’nı inşa etmiş, ilk iş olarak İstanbul’un Karadeniz’le olan irtibatını kesmiştir. Şehrin iki denizin birleştiği yerde bulunması hasebiyle yalnızca karadan kuşatma ile fethedilmesinin zor olacağını bilen himmetli Sultan denizden de büyük bir taarruz için dört yüz parçadan oluşan güçlü bir donanmanın da hazırlanmasını istemiştir. İşte fetihten önce Fatih’in ileri görüşlülüğü neticesinde yapılan bu fetih hazırlıkları, fethin manevi inancının ve desteğinin yanında İstanbul’un fethinin Büyük Cihan Padişahına nasip olmasını sağlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra Padişah Hazretleri yirmi gün kadar İstanbul’da kalıp şehrin imar ve tanzimine nezaret edip civar yerlerin de fethedilmesini beklemiştir. İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmed’den önceki hiç bir hükümdar mağlup bir millete bu kadar acıyıp merhamet göstermemiştir.
Fatih’in İstanbul’u fethindeki asıl kudret, onun kalbindeki büyük imandı. İstanbul’u mutlak fethedeceğine ve Peygamberimizin Hadis-i Şerifinde vaat edilen ordunun onun ordusu olduğuna ve o hadisteki kumandanın da kendisi olduğuna sonsuz bir imanı vardı. Yanındaki Akşemseddin Hazretleri, Molla Gürani Hazretleri gibi büyük âlim ve veli dostları ona bu inancı telkin ediyorlar ve doğruluğunu söylüyorlardı. "Bu Fetih sana nasib ve müyesser olacak." diyorlardı. Nitekim Hacı Bayram Veli Hazretleri, Sultan İkinci Murad’ı Edirne Sarayı’nda ziyaret ettiği zaman, Fatih Sultan Mehmed daha kundakta bir bebekti. Sultan Murad Hacı Bayram Veli Hazretlerine İstanbul’un fethini sordu. ’Allahü Teâlâ’nın izniyle, evliyanın himmet ve bereketleriyle İstanbul’u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişmişti. Fakat bir netice elde edemedi. Osmanlı topraklarının ortasında bir Bizans Devleti’nin olmasına gönlüm hiç razı değil. Peygamberimizin fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum.’ der.
Sultan Murat’ın, bu sözleri üzerine Hacı Bayram Veli bir süre tefekkür eder ve sonra: ’Sultanım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasip olacak. İstanbul’u almak, şu beşikte yatan şehzadeye ve onun hocası, bizim Köse’ye nasip olacak’ der. Hacı Bayram Veli’nin kastettiği beşikteki şehzade Fatih’tir. ’Köse’ diye tarif ettiği kişi ise o günlerin orta yaşlı medrese hocası, fetih yıllarının büyük âlimi ve bilgini Akşemseddin’dir.
Akşemseddin Hazretleri, devrinin büyük ilim adamı, gönlü zengin bir mâna eri, elleriyle şifa dağıtan iyi bir hekimdir. Hastalıklara sebep olan mikrobu ilk keşfeden bir doktordur. Bu iki yönü itibariyle kendisine, tabib-i ervah (gönül doktoru) ve tabib-i ebdan (tıp doktoru) denir. Akşemseddin, fetih öncesi Edirne sarayında yaşayan Fatih’in hasta kızını tedavi ederek hekimliğiyle ona hizmet ederken, aynı zamanda, manevî himmeti, desteği ve teşviki ile de Sultan Fatih’in manevî hekimi olur. Akşemseddin, öyle kâmil bir insandı ki, öğrencisinin padişah olmasına bakmayarak, eğitim sisteminde en ufak bir gevşekliğe yer vermez, ciddiyet ve metanetini her zaman gösterirdi. Öğrencisi ise öyle büyük bir insandı ki, padişah olması, hocasına itaat etmesine engel olmazdı. Öyle ki Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinde, iki tarafında Akşemseddin ve Akbıyık Sultan’la birlikte İstanbul’a girer, Ayasofya’ya doğru yaklaşır. Bu esnada beyaz elbiseli, aksakallı, heybetli bir şekilde duran Akşemseddin’i hükümdar sanan Bizanslılar, ellerindeki çiçekleri kendisine doğru uzatınca Fatih’i gösterir. Sultan Fatih ise, ’Veriniz, çiçekleri ona veriniz. Padişah benim, ama o benim hocamdır’ diyerek iltifat eder.
Sonuçta Sultan Fatih, 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fethetmişti. Ancak Fatih bu başarısı karşısında gururlanmayıp Allah’a şükrederek başarısının kaynağını gösteriyordu. Fatih’in İstanbul’un fethindeki asıl gayesi insanlığın yüzünü Doğu’ya veya Batı’ya çevirmek değil, insanlığın yüzünü yerlerin ve göklerin yaratıcısına çevirmekti. Bunun için de uygun bir toprağın olması gerekiyordu ve fetih de işte tam bunu sağlıyordu. 558 yıl geçmesine rağmen aynı heyecanı duyup fethin ruhunu iliklerimize kadar hissederek İstanbul’u Müslüman âlemine kazandıran, başta büyük komutan, devlet adamı, şair, sanatkâr ve mutasavvıf Cennet Mekân Fatih Sultan Mehmed han olmak üzere, Onu yetiştiren hocalarını ve fetihte emeği geçen şehitlerimizi, gazilerimizi ve yüreğinde bu sevgiyi taşıyanları rahmetle ve Fatihalarla anıyor fethin kıymetini bilmek ve şefaatlerine kavuşmak temennisiyle İstanbul’un fethini kalplerimizde bir kez daha yaşıyoruz.

Muhterem Sezai Karakoç üstâdın kaleminden şöyle yansır Fetih coşkusu:

’Fatih’in denize sürdüğü attır kişneyen ve ayağa kalkan… Konuşsun Fatih, konuşsun Akşemseddin ve Ulubatlı Hasan. Sussun bütün çanlar, canavar düdükleri, radyolar ve yükselsin bütün ezanlarla birlikte minarelerinin ve duvarlarının her taşından Ayasofya’nın, manevi, yanık bir ezan…’

Vur pençe-i âlideki şemşir aşkına
Gülbangi asumani tutan pir aşkına

Ey leşker-i müfettihu’l-ebvab vur bugün!
Feth-i mübini zamin o tebşir aşkına

Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilal içün
Gelmiş bu şehsuvar-ı cihangir aşkına

Düşsün çeleng-i Rumün, eğilsün ser-i Frenk
Vur Türk’ü gönderen yed’i takdir aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu surlar
Fecr-i hücum içindeki tekbir aşkına!


----------------------------------------------
Şemşir: Bir çeşit eğri kılıç.
Gülbank: Yeniçerilerin sefere çıkmadan önce ve saldırı öncesi nara çekmeleri ve bu nara sırasında söyledikleri özel sözler bütününe verilen isim.
Leşker: Asker
Müfettihu’l-ebvab: Kapıları açan
Zamin: Kefil olan.
Tebşir: Müjde, güzel haber
Savlet: Saldırma, hamle.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.