Özlenen Rehber Dergisi

69.Sayı

Velilerin Evsafı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 69. Sayı
اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا

خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿﴾

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿﴾

“Haberiniz olsun ki, Allah’ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. (Onlar) iman etmişlerdir ve ittika eder olmuşlardır.” (Yûnus, 10/62-63)


اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ
اَلَا “istiftâh ve tenbih edatı”dır.

اِنَّ ise “tevkîd harfi”dir.

Cenâb-ı Hakk’ın, âyete bunlarla başlaması, insanların dikkatini velîlerine çekerek onların yolundan gitmelerini emretmek içindir.

اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ

Velî ne demektir?

Velî sözlükte; birine yakın olan, bi¬rini himayesinde bulunduran, dost, yardımcı gibi manalara gelir. Evliya ise, velînin çoğuludur.

Dinî ıstılahta, velînin muhtelif tarifleri yapılmıştır. Bu tariflerden birkaçı şöyledir:

“Dosdoğru bir itikat üzere olup amellerini şeriata uygun olarak yapan kimsedir.”

“Allah’a çok yakın olan kimsedir.”

“Allah’tan başka hiçbirşey kalbine gelmeyecek şekilde, marifetullaha gark olan kimsedir.”

Abdullah Fârukî (k.s.), velîyi şöyle tarif etmiştir: “Velî, bütün hâl ve işinin muradını Allah’ın üzerine aldığı ve yardımında bulunduğu kimsedir. Allah’ın vahdaniyetini, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin risaletini kabul eden her kişi Cenâb-ı Hakk’ın velîsidir, dostudur. Çünkü Allah’ın birliğine iman etmişlerdir.” (A. Farukî el-Müceddidî, İslâm’da Zikir ve Rabıta, s.161)

Allah’a yakın olmanın manası:

İştikak ilminde, vâv, lâm ve yâ harflerinin terkibleri, yakınlık manasına delalet eder. Dolayısıyla, herşeyin “velî”si, ona yakın olan demektir. Allah’a mekân ve cihet bakımından yakınlık imkânsızdır. O halde O’na yaklaşmak, ancak insanın kalbi, marifetullahın nuruna garkolduğunda olur. Bu kimse, baktığında Allah’ın kudretinin delillerini görür, dinlediğinde Allah’ın âyetlerini dinler, konuştuğunda Allah’ı sena eder, hareket ettiğinde Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder. İşte bu şekilde, Allah’a yaklaşır ve O’nun velîsi olur. Kul böyle olunca, Allah da onun velîsi olur.

Bu hâl, hadiste şöyle açıklanmıştır: “Muhakkak Allah şöyle buyurdu: ‘Her kim benim bir velî (kuluma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim. Kulum bana, ona farz kıldığım şeylerden bana daha sev¬gili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben onu se¬vince, artık onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden (ne) isterse muhakkak ona veririm. Bana sığınmak isterse muhakkak onu korurum...” (Buhârî, Rikâk 38)

Velîlerin vasıfları:

Bu âyette velîlere ait bazı vasıflar zikredilmiştir:

1- اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ “(Onlar) iman etmişlerdir ve ittika eder olmuşlardır.”

İman, iman esaslarını kalp ile tasdik edip dil ile ikar etmektir. Takva ise; sahih bir itikat üzere şirk ve masiyetten uzak bir şekilde şeriatı yaşayıp muhafaza etmektir.

Âyette imanın mazi siğa üzere gelmesi; velîlerin kalplerindeki imanın, yerleşip sebat bulmuş, şek ve şüphelerin sarsamayacağı bir iman olduğuna işaret eder. Takvanın, şimdiki ve gelecek zamanı içerisine alan muzari sığası üzere gelmesi de, onlardaki takvanın sürekli olup kesintiye uğramadığına işarettir.

Allah’ın velîleri, her hallerinde O’nun murakabesinde hareket eder, kendilerinden Allah’ın rızasına aykırı bir durum sadır olmaması için dikkat eder, haram ve şüpheli şeylerden sakınırlar.

Sahih bir iman ve takvadan uzak bir kimse Allah’a velî olamaz. Kul, itaat ve sevgi ile Allah’a yaklaşır. Allah da kuluna, marifetini açarak kendisine velî kılar. İşte velîler, iman ve takvaya göre derecelenirler. “Allah katında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13) âyeti buna delalet eder.

Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostları namaz kılanlardır. Haberiniz olsun ki onlar, Allah’ın üzerindeki bir hakkı olduğunu düşünerek farz namazı kılan, farz kılınan zekâtı veren, Ramazan (orucunu) tutan ve büyük (günahlar)dan kaçınan kimsedir...” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, Şehâdât 39, c.10, s.313, h.no:20752)

Şu âyetlerde de iman ve takvaya atıf yapılmıştır:
“Allah, iman edenlerin velîsi (yardımcısı)dir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır...” (el-Bakara, 2/257)

“Muhakkak benim velîm, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’dır. Ve O, sâlihlerin velîsi olur.” (el-A’râf, 7/196)
Cenâb-ı Hakk, bu iki âyette velayetini, ancak mü’minlerin ve sâlihlerin hak ettiğini bildirmiştir. Rivayet edildiğine göre Ömer b. Abdilazîz, çocukları için birşey biriktirmezdi. Bunun nedeni sorulduğunda, şöyle cevap verdi: “Benim çocuğum, ya sâlihlerden olur, ya da günahkârlardan. Eğer o sâlihlerden olursa, onun velîsi Allah’tır. Velîsi Allah olan kimsenin ise, benim malıma ihtiyacı yoktur. Eğer o günahkârlardan ise, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hakk, ‘suçlulara asla arka olmam’ buyurmuştur.” (F. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.15, s.99)

2- لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ “Onlar için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”

Korku, gelecekle ilgilidir. İleride korkutan bir şeyin olmasından korkulur.

Hüzün ise, geçmişle ilgilidir. Bu, ya geçmişte insanın hoşuna gitmeyen birşeyin olmasından ya da arzu edip sevdiği bir şeyin olmamasından dolayı olur.
Dünya ise, korku ve keder yurdudur. Bu iki yönden böyledir:

1- “Dünya, mü’minin (adetâ) hapishanesi, kâfirin de cennetidir.” (Müslim, ez-Zuhd ve’r-Rekâik 1), “Cennet, zorluklarla (nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle), cehennem de şehevat ile (nefsin arzuladığı şeylerle) kuşatılmıştır.” (Buhârî, Rikâk 28) hadislerinde buyrulduğu üzere mü’min, imtihanın gereği olarak kendisine isabet eden musibetlerden dolayı sıkıntıdan kurtulamaz.

2- Mü’min, ölünceye kadar Allah katındaki durumundan emin değildir. Âhiret için endişe duyar ve itaatini hakkıyla yerine getiremediği düşüncesinden dolayı kederlenir.
Yine mü’min, Allah’ın azametinden dolayı havf ve haşyet içerisindedir. “Allah’tan, ancak âlim kulları haşyet duyar (korkar).” (el-Fâtır, 35/28) âyetinde ifade buyrulduğu üzere kul, Allah’a ne kadar yakın olursa o nisbette haşyeti artar. “Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın tuzağından emin olamaz.” (el-A’râf, 7/99) buyruğundan dolayı, kul için ölünceye kadar emniyet yoktur.

Âyette ifade buyrulan “velîler için korku ve hüznün olmaması” hususu şu şekilde açıklanmıştır:

Dünya hayatında: Yakınlık ve marifet nurlarına gark olan kullara, diğer insanlar gibi dünyevî haller sebebiyle korku ve hüzün isabet etmez. Onların ehemmiyet verdikleri tek şey Allah’ın yakınlık ve rızasıdır. Dünya, varlık veya yokluk bakımından onların gayeleri içinde olmadığından, dünyevî bir sebeple korku ve hüzne kapılmazlar. Onlar, kadere iman etmiş, Allah’ın takdirine boyun eğmişlerdir.

Âhirette: Rablerinin huzuruna velîlik vasfıyla vardıkları takdirde onlar için rahmetten kovulmanın korku ve hüznü yoktur. O gün onlar, tam bir emniyet içerisindedirler.
Saîd b. Cübeyr (r.a.), âyet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “Yani, (onlar için) âhirette (korku yoktur.) Onlar mahzun da olacak değillerdir, yani; ölümden dolayı üzülmezler.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.6, s.1965)

* * *

Bu âyette zikredilenler dışında, velîlerin âyet ve hadislerde bildirilen birçok vasıfları vardır. Bu vasıflar, aslında “iman ve takva”nın şümulüne girmektedir. Ancak biz, burada bu vasıfları kısaca zikretmek istiyoruz:

1- Allah (c.c.)’yu ve zikrini sever, dünyaya meyletmezler:

Vehb’den rivayet edildiğine göre; Havârîler: “Ey İsa! Kendileri için hiçbir korkunun olmadığı ve mahzun da olmayacak olan Allah’ın velîleri kimlerdir?” dediler. Meryem Oğlu İsa şöyle buyurdu: “(Onlar) o kimselerdir ki; insanlar zahirine bakarken dünyanın bâtınına bakarlar, insanlar peşin nimetlerine bakarken dünyanın sonra gelecek olan nimetlerine bakarlar ve (dünya)dan kendilerini öldüreceğinden korktukları şeyi öldürürler. Kendilerini terk edeceklerini bildikleri şeyleri terk ederler... Allah’ı severler, O’nun zikrini severler, O’nun nuruyla aydınlanırlar ve onunla aydınlatırlar...” (Ahmed b. Hanbel, Kitâbu’z-Zühd, s.61)

2- Görüldükleri zaman Allah hatıra gelir:

- İbn-i Abbas (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, bir kimse: “Yâ Rasûlallah! Allah’ın velîleri kimlerdir?” dedi. (Rasûlullah): “Görüldükleri zaman Allah hatıra gelen kimselerdir.” buyurdu. (Bezzâr, Müsned, c.11, s.251, h.no:5034)

- Saîd b. Cübeyr (r.a.)’dan merfu olarak rivayet edildiğine göre; “Haberiniz olsun ki, Allah’ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (âyet-i hakkında şöyle buyurmuştur:) “(Allah’ın velîleri o kimselerdir ki), görülmeleriyle Allah hatıra gelir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Zühd 6, c.7, s.101, h.no:34325)

- Abdullah (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki insanlardan Allah’ın zikrine anahtar olanlar vardır. (Onlar) görüldükleri zaman Allah zikredilir.” (Taberânî, Kebîr, c.5, s.146, h.no:10325)

- Sehl b. Sa’d (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu hayır, hazinelerdir. Bu hazinelerin de anahtarları vardır. Ne mutlu o kula ki; Allah onu hayra anah¬tar ve şerre sürgü (kilit) kılmıştır. Ve yazıklar olsun o kula ki, Allah onu şerre anahtar ve hayra sürgü (kilit) kılmıştır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime 19)

Görüldüklerinde Allah’ın zikredilmesinin manası:
“İbn-i Abbâs (r.anhümâ) bunu: ‘Huşu ve vakar’ şeklinde açıklamıştır.” (Zemahşerî, Keşşâf, c.3, s.153)

“Muhaddis Şeyh Dehlevî şöyle demiştir: “Yüzlerinde ibadet eserinin belirmesi; hallerinin, müşahedelerinin, Allah’ın kendilerine has kıldığı ve ihsan ettiği lütufların hatırlatması sebebiyle, görüldükleri zaman Allah hatıra gelir. Ya da bundan murat şudur: “Onları görmek Allah’ı zikretmek gibidir ve onlara bakmak ibadettir.” (Fadlullâhi’l-Ceylânî, Fadlullâhi’s-Samed Fî Tavdîhi’l-Edebi’l-Mufred, s.418)

“Onlar görüldüklerinde, üzerlerinde bulunan salah ve kendilerini kaplayan nur, heybet, huşû, hudû gibi velîlerin şiarlarından dolayı Allah hatıra gelir.” (Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiu’s-Sağîr, c.2, s.528)

“Görüldüklerinde hayır hatırlanır. Geldiklerinde zikir de beraberlerinde gelir... Her kim Rabbinin ve âhiretinin huzurunda olursa, seninle karşılaştığında kelama Allah’ın zikriyle başlar. Her kim de nefsinin ve dünyasının esiri olursa, seninle karşılaştığında kelama dünyasıyla başlar. Herkes sana kalbinin muttali olduğu şeyi anlatır.” (Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiu’s-Sağîr, c.3, s.81)
“Tıybî şöyle demiştir: Bu iki manaya gelebilir:

Birincisi: Onlar Allah’a has kullardır. Öyle ki, üzerlerindeki ibadet eserinden dolayı onları görenin hatırına Mevlâları gelir.

İkincisi: Onları göre
n kimse Allah Teâlâ’yı hatırlar. İbn-i Esîr’in Nihâye’de zikrettiği gibi, İmrân b. Husayn’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.’ Derim ki: Bunu Taberânî rivayet etti. Hâkim ise; Ebû Mes’ûd’dan ve İmrân b. Husayn’dan ‘Ali’ye bakmak ibadettir.’ lafzıyla rivayet etti. Bunun benzeri ise Ebu’ş-Şeyh’in, Âişe (r.anhâ)’dan merfu olarak rivayet ettiği: ‘Kâbe’ye bakmak ibadettir.’ hadisidir. Sonra dendi ki: ‘Bunun manası şudur: Ali (k.v.), meydana çıktığı zaman insanlar: ‘Lâ ilâhe illallah! Bu genç ne kadar kerim, bu genç ne kadar şecaatli, bu genç ne kadar âlim, bu genç ne kadar halîm.’ derdi. Dolayısıyla, onun görülmesi onları kelime-i tevhidi (söylemeye) taşıyordu.” (Ali D. Sultan Muhammed el-Kârî, Mirkâtu’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâtu’l-Mesâbîh, c.9, s.97)

3- Onlar insanların en hayırlılarıdır:

- Esmâ binti Yezîd (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Size en hayırlılarınızı haber vermeyeyim mi?” (Sahâbeler): “Evet (bildir yâ Rasûlallah)!” dediler. (Rasûlullah): “Görüldükleri zaman Allah hatıra gelen kimselerdir...” (Buhârî, el-Edebu’l-Mufred, Bâbu’n-Nemmâm, c.1, s.168, h.no:323)

- İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre; (Rasûlullah’a): “Yâ Rasûlallah! Arkadaşlık yaptıklarımızın hangisi daha hayırlıdır?” denildi. (Rasûlullah): “Görülmesi size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ameli size âhireti hatırlatan kimsedir.” buyurdu. (Ebû Ya’lâ, Müsned, c.2, s.432, h.no:2431)

4- Allah için birbirlerini severler:

Ömer b. el-Hattâb (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullarından öy¬le insanlar vardır ki, onlar ne peygamberlerdir, ne de şehitlerdir. (Ancak) kıyamet günü peygamberler ve şehitler Allah Teâlâ katındaki (üstün) mevkileri dolayısıyla onlara gıpta ederler.” (Sahâbeler): “Yâ Rasûlallah! Bize onların kim olduğunu bildir?!” dediler. (Rasûlullah):

“Onlar, aralarında alıp verdikleri bir mal ve akrabalık olmadığı halde Allah’ın ruhu (Kur’ân’ı) ile birbirlerini seven kimselerdir. Vallahi onların yüz¬leri nurdur ve onlar nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmaz, insanlar üzüldüğü zaman onlar üzülmez.” buyurdu ve: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” âyetini okudu. (Ebû Dâvûd, Buyû’ 78)

Peygamberlerin ve şehitlerin onlara gıbta etmesi onların peygamberlerden ve şehitlerden üstün olduklarına delalet etmez. Böyle düşünmek, ehl-i sünnet itikadına terstir. Zira Peygamberler, beşerin en üstünleridir. Velîler ancak onlara tabi olmakla velî olmuşlardır. Buradaki gıbtanın manası ise şu şekilde açıklanmıştır:

- Bu, onların kıyamet günü hâl ve derecelerinin güzelliğinin mübalağa yoluyla ifade edilmesidir.

- Peygamberler, tebliğleri ve ümmetlerinin durumu ile ilgili hesapla meşgul iken onların rahat oluşlarından dolayı onlara gıbta ederler.

- Her gıbta edilenin gıbta edenden üstün olması gerekmez. Bu aynı şuna benzer: 100 tane atı olan bir kimse, sadece 1 atı olan diğer bir kimseye imrenir de, onun atı gibi bir ata sahip olmak ister. Derecelerinin yüksekliğine rağmen Peygamberler de, velîlerin eriştiği nimetlerden kendilerinin de olmasını ister.

- Bazıları şöyle demiştir: “Bu, şayet Peygamberler bir kimseye gıbta etseydi, derecelerinin yüksekliğinden dolayı ancak velîlere gıbta ederlerdi, demektir.”

5- Allah için sever, Allah için buğzederler:

Amr b. Cemûh (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Nebi (s.a.v.)’i şöyle buyurmuştur: “Kul, Allah Teâlâ için sevip Allah için buğzedinceye kadar sarih imana müstehak olamaz. Allah Tebârake ve Teâlâ için sevip Allah Tebârake ve Teâlâ için buğzettiği zaman, muhakkak Allah’tan velîliğe (yakınlığa) müstehak olur. (Allah Teâlâ şöyle buyurdu): ‘Muhakkak kullarımdan velîlerim ve mahlûkatımdan sevdiklerim o kimselerdir ki, benim zikrimle hatırlanırlar ve (ben de) onların hatırlanmasıyla zikredilirim.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, s.1090, h.no:15634)

6- Rasulullah’a iman ve itaat ederler:

Velayetin esası sevgi ve yakınlıktır. Allah’ın velîlerinin en üstünü peygamberler, onların en üstünü de Rasûllerdir. Rasûllerin en afdalı ise, Efendimiz (s.a.v.)’dir. Allah, onu kitapların ve şeriatların en üstünü ile göndermiştir. Bu nedenle Allah’a inanan kimse onun da velîsi olur. Allah sevgisi ve velayetini iddia edip de Rasûlü’ne tabi olmayan, iddiasında yalancıdır. Zira Allah (c.c.): “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Âl-i İmrân, 3/31) buyurmuş, ona ittibayı emretmiştir.

* * *

Çalışmamıza, irtihallerine kadar Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten ayrılmayan, yukarıda zikrettiğimiz vasıfların en güzel şekilde mümessili olup yakınlık hallerine mazhar ve kapı olan, huzurunda ancak sevgi, zikir ve yakınlığın alışıldığı Efendimiz Abdullah Farukî (k.s.)’nun konuyla alakalı sözleriyle bitirmek istiyoruz:

“Ey sâlik; Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği kul, ibadetlerini yaparken Hazret-i Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’e uyarak O’nun yaptığı gibi yapar.” (Özlenen Fark Dergisi, Yıl:2, Sayı:8)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.