Özlenen Rehber Dergisi

60.Sayı

Güncel...

Ali KOCABAŞ Özlenen Rehber Dergisi 60. Sayı
YEŞERMEK VE YEŞERTMEK

Yeşertmek denilince aklımıza, hemen yeşil renkler geliveriyor. Dolayısıyla alabildiğine bir haz içimizi kaplarken, ruhumuzu da bir ferahlık, neşe ve heyecan kaplıyor. Bu duyguların tesiriyle midir, yoksa yeşilin insan genlerine kodlanmış müstesna bir yeri mi vardır bilinmez; ama kesin bir şey varsa, o da bütün insanların, hayır demeyip, üzerinde mutabık kaldıkları ortak düşünce; yeşil bir doğa ve temiz bir dünya...

Bugün dünyamız ve özellikle güzel vatanımız o kadar hızlı bir şekilde çölleşiyor ki, bu durum ister istemez insanı ürkütüyor. Uluslararası ve ulusal araştırmaların sonuçlarını basın yayın yoluyla öğreniyor ve “Acaba bu bizim suçumuz mu? Bu bir vahşet, bu bir katliam, bu bir dram!” diye hayıflanıyor ve beyhûde bir öfkeden uzak durmaya gayret ediyoruz. Böylece belki kendimizin, belki de bilmediğimiz kişilerin suçunu ve bu suça verilebilecek muhtemel cezaları belirlemiş oluyoruz.

Günümüzde her alanda yozlaşma almış başını gidiyor. Bu yozlaşmadan doğa da payına düşeni almış durumda. İnsanlar arasında güven her geçen gün biraz daha zayıflıyor ve bunun sonucunda şüphecilik, her şahsa bir hastalık gibi bulaşıyor. Öyle ki, “Bu zamanda, babana bile güvenmeyeceksin!” diye nasihat ediliyor.

Ahlâk yozlaşması, dinî ve örfî cehalet, ailevî yozlaşma ve kararma, tarlada bencillik, şehirde bencillik vs. Yani yozlaşma hemen her alanı sarmış durumda. Bu durum, kalplerde de yozlaşmanın ve kararmanın hat safhada olduğunun en büyük kanıtı olmuştur artık. Kalpler o kadar kararmış ki, yeşil dünyamızı karartır olmuşuz. Temiz hava yerine kirli hava solumaya kendimizi mahkûm etmişiz. Belki de, sonraki nesillerin, nice hastalıklarla boğuşur olmasına bizim bu kararmışlığımız neden olacak. Sonraki nesiller, çöl olmuş ve oksijeni bitmek üzere olan bir dünya bıraktığımızdan dolayı bize dua edecek değiller... Bu olumsuzlukları, bir Müslüman olarak önlemeye gayret etmeliyiz. Bizim görevlerimizden biri de hem zamanımız için, hem de bizden sonrası için yeşil ve temiz bir dünya hazırlamaktır.

Kâinatta, Cenâb-ı Hak her şeyi bir düzen içinde yaratmıştır. Dünyamızdaki dengeler o kadar hassastır ki, birinin bozulması diğerinin de bozulmasının nedeni oluyor. Çok kolay bir örnek verecek olursak; yeşilin var ve bol olduğu yerde havanın temiz olduğu ve dolayısıyla daha temiz ve daha sağlıklı nesillerin yetişmiş olduğu görülüyor. Yeşilin var olmadığı yerde ise bunun tam tersi bir durum oluşuyor. İnsanoğlu ne zaman doğaya müdahale etse, mutlaka onu yaralıyor, mutlaka onun düzenini değiştirip acayipleştiriyor. Bu durumun nedeni insanoğlunun, nefsinin bitmez tükenmez isteklerini yerine getirmek için, adeta nefse köle olmasından ve doğaya bu hırs ile saldırmasından başka bir şey değildir.

Yukarıda işaret etmiş olduğumuz gibi, doğanın düzeni bizzat Yaratıcı tarafından ayarlanmıştır ve bizim görevimiz bir Müslüman olarak bu düzeni yaratıcının emirleri doğrultusunda muhafaza etmektir. Bakınız, Kur’ân’ı Kerîm’de, Yüce Mevlâ ne buyuruyor: ”Göğe gelince onu yükseltti ve mizanı (umum kâinatta adalet ve dengeyi) koydu.” (Kur’ân-ı Kerim, 55/7) Bu âyetle ilgili merhum Said Nursî hazretleri şunları söylüyor: ”İsm-i Adl’in cilve-i a’zamından (en büyük icraatlarından) olan kâinattaki adalet-i tamme (tam adalet) umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahman’da... Dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalade pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakiki zulüm ve mizansızlık yoktur.” (Lem’alar, 30. Lem’a, s.368)

Şunu iyi anlıyoruz ki, bugün bir takım işgüzarların veya cahillerin, kendiliğinden gördüğü doğa bozulmaları, aslında maalesef insanoğlunun ısrarcı olduğu zararlı isteklerinin sonucudur. Nasıl insanoğlu kendini hasta edip hem madden hem de manen sıkıntılar çekiyorsa, doğayı da yozlaştırıp yaşanmaz hale getiriyor.

Bugün güzel yurdumuzun çölleşiyor olmasının nedeni de yukarıda anlatmaya çalıştığımız yozlaşmadır. Fakat henüz her şey bitmiş değildir. Hala hayattayız ve yaptığımız hataların düzeltilmesi konusunda bir şeyler yapabiliriz. Evet, belki topyekûn bir düzelme olmayacak, fakat tevbemizin fiilî yönünü oluşturması bakımından, Allah katında (kurmuş olduğu dengeleri sırf nefsî isteklerimizi gerçekleştirmek için yok etmemizin bir karşılığı olan) hesabımızın daha kolay geçmesini, rahmeti geniş olan rabbimizin merhamet göstermesini ummamız için büyük bir fırsat yakalamış olacağız. Belki bu yapacaklarımızla kendi payımıza düşen günahlarımızı Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz affedecek.

O zaman hiç zaman kaybetmeden işe başlamalıyız. Önümüzdeki günler yeşertmenin ve yeşermenin mevsimidir. Doğayı ağaçlandırıp yeşertirken, kalbimize ilâhî lütfûn aktığını ve yozlaşmışlığın yerini diğer canlılara faydalı olmanın verdiği heyecanın doldurduğunu göreceğiz. Çölleşen gönül dünyamız yeşerecek ve geleceğe dair yeni filizler boy gösterecektir. Böylece yeni nesle iyi bir örnek olacak, ileride de yeşertmeye ve yeşermeye onların vesilesiyle devam edileceğinin ümidi bizi daha çok mutlu edecektir.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız bu güzel ahlâkın tezahürü; çevremizde en uygun yerleri ağaçlandırıp günümüz ve gelecek adına efdal ve erdemli bir davranış göstermektir. Dünyayı çölleştirenlerin ve ilâhî dengeyi bozup, yaşamı sıkıntıya sokanların aksine, yaşamı kolaylaştırmak, ilâhî dengenin korunması konusunda taraf olduğumuzu ispat için ağaçlandırmak ve bu konuyu çevremize teşvik etmektir. Buraya kadar, yurdumuzun ve dünyamızın çölleşmesinin nedenlerinden bazılarını ve çölleşen yurdumuzu çölleşmekten kurtarmanın yollarını anlatmaya çalıştık. Şimdi de bu konunun, son ilâhî din olan güzel dinimiz İslâm’da nasıl yer bulduğunu anlatmaya çalışacağız. Tabi her konuda olduğu gibi yine müracaatımız ve sığınağımız sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’dir.

“Birinizin elinde bir fidan olduğu sırada kıyamet kopacak olsa, onu dikmeye (zaman bulursa) gücü yeterse diksin.” (Câmiu’s-Sağîr, s. 691) Ağaç dikmek o derece faziletli bir amel olsa gerek ki, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), kıyametin kopmasına bile aldırış etmeden fidan dikmeyi tavsiye ediyor. Adeta ümmetinin amel defterinde bu hasenenin, bu hayırlı amelin yazılı olmasını şiddetle arzuluyor. Bunu yukarıdaki hadis-i şeriften rahatça anlamak mümkündür. Başka bir hadis-i şerifte, Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kişi bir ağaç dikerse o diktiği ağacın meyveleri kadar Allah ona sevap yazar.” (Câmiu’s-Sağîr, s. 1495) Biz, bu hadis-i şeriften, alıştığımız meyvelerden vermeyen ağaçlardan dikenlerin de bu ecirden alacaklarını da umuyoruz. Çünkü dünyadaki bütün canlıların tek tek neleri yiyip içtiğini bilmiyoruz. Belki bizim meyvesiz dediğimiz ağaçlarda kim bilir kaç çeşit canlı rızkını buluyor. Üstelik o ağaçların yaprakları fotosentez işiyle insanlığa ve diğer canlılara, hatta geleceğe dair büyük, büyüklüğüne oranla da faydalı bir iş yapıyorlar. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.): “İnsanların hayırlısı insanlara hizmet edendir.” (Câmiu’s-Sağîr, s. 1085) “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.” (Câmiu’s-Sağîr, s. 971) buyuruyor.

Bu konuyu daha iyi anlayabilmemiz açısından şu hadis-i şerife bakmamız daha da yarar sağlayacaktır: “Bir Müslüman bir bitki veya bir ağaç diker de ondan kuş, insan veya hayvan yerse, bu, kendisi için mutlaka bir sadaka olur.” (Buhârî) Görüyoruz ki, insanlara ve diğer canlılara faydalı olabilmenin ve sadaka vermeye gücü yetmeyen fakir kardeşlerimizin bile sadaka sevabını alabilmelerinin yolları ne kadar çoktur. Bizim, bu faydayı sağlayabilmek için çeşitlerini bilip bilmediğimiz canlıların her birini tek tek beslememiz veya onlara konaklayacakları mekânlar hazırlamamız gerekmiyor.

Zaten bizim gücümüz buna yetmez. Buna ancak Hâkimu’l-Mutlak olan Allah kâdirdir. Uyanık olan, yukarıdaki faziletlere ulaşmak için, tek tek canlı yakalayıp onları kafeslere mahkûm eden değil, göçen kuşun dahi dalına konup dinleneceği, bir kurtçuğun yaprağından yiyip ağacı dikene dua edeceği bir ağacı en uygun yere diken ve onu koruyup büyümesinde yardımcı olandır. Öyleyse sevap kazanmanın yollarını, daha da açık manayla, Allah’ı razı etmenin değişik yollarını arayan âşıklara yol olabilecek ağaç dikmeyi terk etmeyelim.

Fakat burada dikkat etmemiz gereken şey, ağacı dikip bırakmamaktır. Diktiğimiz ağaç bakıma ihtiyaç duyuyorsa bakımını yapmamız ya da bu manada tedbir almamız gerekir. Sulamaksa sulamalıyız. Korumaksa korumalıyız. Budamaksa budamalıyız. İlaçlamaksa ilaçlamalıyız. Ve en önemlisi bu işi yapmadan ehline danışmalı ve en iyi verimi almak için işin ehlinin gösterdiği yere, öğrettiği gibi dikmeliyiz. Bakımını da yine uzmanına sorarak daha rahat ve bilinçli bir şekilde yapabiliriz.

Bütün bunları söyledikten sonra her amelin amacını oluşturması gereken konuya geliyoruz; Allah rızası. Yani yapacağımız işin sonucunda Rabbimiz’in memnuniyetini kazanmış olmak. Bütün işlerimizdeki amaç bu olmalıdır. Allah’ın rızasını kazanmış erdemli kişiler ise diğer kimseler gibi olmayacak ve cennette ikamet edecektir. Aşağıdaki âyette bu duruma açıkça işaret edilmiştir. Aklı olan bunun farkına varacaktır.

“Hiç Allah’ın rızasına tabi olan kimse, Allah’tan (gelen) gazaba uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi olur mu? O ne kötü varılacak yerdir!” (Kur’ân-ı Kerim, 3/162)

Allah’ın rızası ise ancak ihlâsla elde edilir. İhlâs ise, yaptığımız işleri sadece Allah için yapmaktır; şunun veya bunun rızasını yok sayıp, Allah’ın emrettiklerini, iki cihanın sultanı olan Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olarak yapmaktır. Bu manada bir hadis-i şerifte Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır. Bu nedenle kimin hicreti, elde edeceği dünyaya veya evleneceği bir kadına ise onun hicreti, hicret ettiği şeye olur.” (Buhârî) “İslâm’da niyet çök önemlidir. Yapılan işlerden elde edilecek sevap, niyet ile belirlenir. Mesela, namaz kılarken niyet Allah rızası ve Allah’a kulluk ise bu davranıştan sevap beklenir. Vücudu hareket ettirmek ise beden eğitimi yapılmış olur. Yine hac ibadetini yaparken niyet, gezmek dolaşmak ise bu davranış seyahat olmuş olur. Yemek yiyen bir kimse bu yemeğini, Allah’a ibadet eden bedeni ayakta tutmak için yerse yemek yemedeki niyetinden sevap beklenir.” (Abdullah Feyzi KOCAER, Sahih-i Buhârî Muhtasarı)

Bunun gibi ağaç diken bir insanın amacı Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olup Allah’ın rızasını bulmak ise hem doğa yeşerir hem gönüller; hem de bu amelden sevap elde edilir. Her yönden karlı bir iş olmuş olur. Fakat Allah’ın rızasının dışında niyetler olur da Allah rızasına niyet edilmez ise sadece ağaçtan elde edilen faydalar edinilip, bu ameli âhiret sermayesi yapacak ecir kaybedilmiş olur. İşte Müslüman olup bu niyeti taşımayan veya gayri Müslimlerden faydalı iş yapanlara karşılığı bu dünyada verilir. Yani neye niyet ettiyse onu bulur.
(Tenbîhu’l-Gâfilîn Bustânu’l-Ârifîn)

Amellerimizin dış görüntüsü İslâm’a uygun gözükebilir. Fakat,“Allah o amellerin kalbî yönüne itibar edecektir.” (Tenbîhu’l-Gâfilîn Bustânu’l-Ârifîn)

Değerli kardeşlerim, bir yandan çevremizi yeşillendirelim derken diğer yandan kalplerimizi karartmayalım. Unutmayalım ki dünya fani, âhiret bâkidir. Önemli olan fani dünyada bâki ameller yapabilmektir. Öyle bir niyetle ağaç dikelim ki Allah (c.c.), cennette dalından yemişler toplayabileceğimiz ağaçlar yaratsın bizim için. Maazallah diktiğimiz ağaçla, Allah’tan başkasına kulluk yapacak olursak (gösteriş yaparsak), cehennem ağacının dallarından yemiş alırız. Büyük bir ah içimizi kaplar ancak, cehennemde ağaç yetişmez ve dikecek yer yok.

Evet, ağacın kendi güzel, faydası çok, fakat diktiğimiz ağacı cehennem odunu olarak yetiştirmeyelim.
Cenâb-ı Allah, hem gönlümüzü hem de yurdumuzu yeşertebilmeyi nasip eylesin. Zamanımızı boşa geçirip de yazın ortasında; “ah ne olurdu, şuraya şuraya, şu şu ağaçları dikivereydim” diye hayıflananlardan etmesin. Gaflet içinde olduğunun farkına geç varıp dolayısıyla geç uyanan ve “keşke, keşke” diye pişmanlık duyanlardan eylemesin. Âmin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.