Özlenen Rehber Dergisi

38.Sayı

İstiaze

osman şen Özlenen Rehber Dergisi 38. Sayı
عَنِ ابْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلّٰى اللّٰهُ عَلَيهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ:
اَللّٰهُمَّ إِنّـ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لَا يَخْشَعُ وَمِنْ دُعَاءٍ لَا يُسْمَعُ وَمِنْ نَفْسٍ لَا تَشْبَعُ وَمِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ،
أَعُوذُ بِكَ مِنْ هٰؤُلَاءِ الْاَرْبَعِ.

Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.) anlatıyor, ’Rasûlullah (s.a.v.) şu duayı okurlardı:

’Allah’ım, huşû duymaz bir kalpten, dinlenmeyen (kabul olmayan) bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten ve faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım.’
(Tirmizî, Da’avât 69)

İstiâze, sığınma, korunma talep etme manasına gelir. Her çeşit şerlerden, kötülüklerden, günahlardan, yasaklardan ve onlara götüren şeylerden Allah’a sığınmak, O’nun korumasını talep etmek demektir.

Kur’an okumaya başlarken ’Eûzu billâhi mine’ş-şeytani’r-racim / Kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınırım? cümlesini okuruz. Hz Peygamber (s.a.v.)’den gelen en kuvvetli rivayete göre istiaze sözü de budur. Namaza başlarken Hanefî ve Şafiî mezheplerine göre yalnız ilk rekâtlarda istiaze yapmak gerekli görülmüştür. Sığınılacak şeylerin başında da ’eûzü’ kelimesini kullanırız.

’Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.? (en-Nahl, 16/98, 99.)

’Eûzü-besmele? çekmek demek, yaşadığımız hayatın Allah’ın razı olduğu şeylerin dışındaki her şeyden korunmasını istemek demektir. Euzü-besmele, hem amel hem de düşüncelerle ilgilidir. Kötülükten uzak durmadan, iyiliğe yaklaşamayız. Zulmü reddetmeden adaleti isteyemez, mükellefiyetleri yapmadan Allah’a ve Rasûlü’ne sevgi besleyemeyiz. Bunun için geçerli olan sünnet yolunu idrak edip bunun gereği olan inanç ve amelleri ortaya koymak gerekir.

Kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınmak, Allah’ın Kitabı’nın okunabilmesi için bir giriş olmakla beraber insanı şeytanî telkinlerden de arındırır. Duygularımızı samimi bir şekilde Allah’a yöneltir. Şeytanın temsil ettiği, pislik ve kötülük dünyasından olan şeylerin meşgul etmesinden korunulmuş olur. Çünkü şeytanın, Rablerine sığınan Mü’minler üzerinde hiçbir etkinliği yoktur.
Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Felâk sûresinde; ’De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.? (el-Felâk, 113/1-5.) diyerek tüm kötülük yapabilecek varlıklardan Allah’a sığınmasını istemektedir ki yalnız Allah’a yönelenler, kalplerini sadece Allah’a ayıranlar, her türlü kötü şeylerden O’na sığınanlar için şeytan ve kötülükler egemenlik kuramaz.
Yazımıza başlarken arz ettiğimiz hadis-i şerif, dört konuya temas etmektedir:
Huşû

Huşû; saygıya, itaate ve teslimiyete götüren korkudur. Kalbin huşû duyması, Allah’tan korkup saygıyla O’na yönelmesidir. Kişinin kendi varlığının acizliğini Allah indinde fark etmesi ve bunun sonucunda da hissettikleridir. Huşû olmazsa vuslat olmaz, ameller Allah’ın katında kabul görmez. Huşû, bir mahluka duyulan bir korku gibi değildir. Allah’ı bilenin hâlidir. ’Allah’tan ancak âlim olanlar haşyet duyarlar.? âyeti işte buna işaret eder ki Cenâb-ı Hakk’ın rızası dışında kalmanın rûhî endişesidir. Dolayısıyla Allah korkulacak ötedeki bir ilah değil, kendisinden haşyet duyulacak Vâhidü’l-Ehad’dır.
Huşû duymayan kalp; Allah’ı zikretmekten zevk almayan, itminan bulamayan ve vasıl olmayan kalptir.

Kalp, yaratıcısından korkup O’na teslim olmalı ve bu haşyeti içinde hissetmelidir. Kalp böyle değilse katılaşmış demektir. Katı kalpten Allah’a sığınmak gerekir. Zira âyet-i kerîmede: ’Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.’ buyrulmaktadır. (ez-Zümer, 39/22.)
İçerisinde huşû olmayan hiçbir amel kabul görmeyince, Efendimiz (s.a.v.) burada bizlere dikkatli olmamızı ve kalbimizdeki huşûyu yok edecek her şeyden temizlenmemizi, bu konuda gayret göstermemizi ve Allah’a sığınmamızı istemektedir.

Dinlenmeyen (kabul olmayan) dua
Dua; kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Dua, kul ile Allah arasındaki iletişimin zirveye taşındığı bir durumdur. Kulun Allah’a yalvarıp O’nun yardımını istemesi, ya bir hayrın, iyiliğin ve nimetin kendisine verilmesi için; ya da bir bela ve kötülüğün üstünden veya bulunduğu ortamdan kaldırılıp yok olması için Allah’a karşı bir ibadet, sevgi ve saygının ifadesidir. İnanç sahibi dua ettikçe Allah’a yaklaşır, inancı artar, kulluk bilinci kuvvetlenir. Bu bağlamda duaya köprü vazifesi yükleyerek diğer ibadetlerimize, günlük hayatımıza çeki-düzen veririz. Böylece hem duamızı bilinçli yapmış olur, hem de manen ölmüş olan günlük ibadet hayatımızı yeniden diriltmiş oluruz.

Dinlenmeyen dua ise icâbete mazhar olmayan duadır. Bu ise Allah’ın rahmet nazarını kestiği kimselere mahsus bir durumdur. Duanın icâbet görmemesi dua eden kimsenin ilim ve amelinden istifâde etmediğini gösterir ki bundan Allah’a sığınmak gerekir.

Doymayan nefis
Nefis, insanı boş hedefler peşinde koşturur. İnsana, daha çok mal ya da makam kazandığında tatmin olacağını fısıldar. Oysa insan bu tür zevklerin hiçbiriyle tatmin olmaz. Ne kadar çok kazansa, daha da fazlasını ister. Bu haldeki nefis, aç ve asla doymayan, Allah’ın kendisine verdikleriyle yetinmeyen, nasibine düşen rızka kanaat etmeyen, mal toplamaktan usanmayan bir halde demektir. Nefsin tatmin bulması ise, söz konusu geçici zevklerin hiçbiriyle değil, ancak ve ancak kişinin Allah’a sığınmasıyla mümkün olur. İnsan, Allah’a kul olmak için yaratılmıştır ve ’Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.’ (er-Rad, 13/28) hükmü uyarınca, bu görevini yerine getirip O’nun rahmetine sarılmaktan başka hiçbir şey nefse huzur ve tatmin vermez.
Bu nedenledir ki, tatmin bulmuş bir nefis ancak inkârın her türlü pisliğinden sıyrılarak iman eden nefistir. Allah Teâlâ Kur’ân’da bu nefse şöyle hitap eder: ’Ey itminan (Allah’a itaatle huzur içinde) olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.? (el-Fecr, 89/27-30.)

İşte mü’min için en büyük mücadelelerden biri nefisle yapılan bu mücadeledir. İman eden insan nefsinin kendisine aşılamaya çalışacağı; bencillik, kıskançlık, kibir, hırs gibi hastalıklara karşı koymalıdır. İnsanların bu hastalıklardan korunabilmesi ve kurtulabilmesi için istiâze etmesi gereken yegâne şey nefsidir. Cenâb-ı Hak: ’Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyarsa, şüphesiz, Cennet onun sığınağıdır.? (en-Nâziât, 79/40-41.) buyurur.

Faydası olmayan ilim
İlim Allah’ın bir sıfatıdır. Bazı ilimlerin faydasının olmamasının anlamı ise; ya ilim namına tahsil edilenlerin Allah’ın rızası dışında kalması ya da dünyevî ve uhrevî faydaları olup da bu bilgilerle meşguliyet noktasında ölçünün kaçırılmasıdır. Allah’ın rıza dairesi dışında kalan bilgiler, ilim namına tahsil ediliyor da olsa bizi Cenâb-ı Hakk’a şek ve şüpheye götüren bilgilerdir ki bu tür bilgiler ilâhî kaynaklı olmayıp vesvese menşelidir. Günahları, kötülükleri alışma yolları da bu birinci sınıfa dâhildir. Dünyevî ve uhrevî faydaları olup da faydasız görülen ilim ise bu ilimlerin kötü olduğundan değil; ya, dünyevî faydaları olup da lüzumundan çok, yani ahireti, kulluğu unutturacak kadar, ya da uhrevî faydaları olup da amel edilmeyen, halka öğretilmeyen, ihtiyaç duyulmayan, ahlâkın, fiillerin ve konuşmanın güzelleşmesinde işe yaramayan bilgilerdir. Aslında dinimiz açısından hiçbir ilim faydasız değildir. Ancak zemine, zamana ve fertlere göre bazı ilimler faydasız olabilir. Kişi dünyevî ve uhrevî meselelerine veya meslekî ihtisasına girmeyen şeylerle meşgul olur ve zamanını buna ayırarak asıl işi ile uğraşmazsa faydasız şeylerle vakit geçirmiş olur.

İlimlerin tahsili, onlardan istifade etmek içindir. Eğer bir ilimden istifade edilmezse, bunun elbette vebali vardır. Dolayısıyla bu tembellikten istiâze gerekir.

Bizi Allah’tan, Rasûlü’nden ve yaşamamız gereken dinimizden uzaklaştıran her şeyden Allah’a sığınmak ve İslâm’ı yaşama hususunda gayret etmek bizim vazifemiz olmalıdır. Bizden bu istenmektedir.

Allah, bütün Müslümanları her türlü kötülükten muhafaza etsin! Kulluk icabını yerine getirmek için çaba gösterenlerden eylesin! Eksikliklerimizi affetsin! Âmin...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.