Özlenen Rehber Dergisi

150.Sayı

Nurlu Hatıralar - 150.Sayı

Ömer GÜRBÜZ Özlenen Rehber Dergisi 150. Sayı
Çankırı’da küçük sanayi sitesinde saygıdeğer büyüğüm Mehmet BÜYÜKÇAKIR usta ile ’Nurlu Hatıralar’a doğru yol almaya devam ediyoruz.

Yüreğimiz Abdullah Farukî (k.s.) Efendimden yanadır. Çünkü insan Allah sevgisini mürşid-i kamilin gönlünde buluyor. Belki annesinde-babasında bu sevgiyi bulamaz. İnsanın kalbine bu sevgi bir yerleşse, insan en mutlu, en güzel hayatı, dünya ve ahiret saadetini yaşıyor demektir. Ben bunu Abdullah Efendimle yaşadım ve Allah’a şükürler olsun buna Muzaffer Efendimle devam ediyoruz. Şu anda Muzaffer Efendimin yanında genç olarak bulunmayı çok isterdim.
Abdullah Efendimin en büyük özelliklerinden birisi de herkese karşı sevgiyle muamele etmesiydi. Yanına kim gelirse gelsin sevgi ile muamelede bulunurdu. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize de kim gittiyse hiç boş dönmemişti. Ben Abdullah Efendimde de bunu gördüm. Mübarek, sadece İslam diniyle ilgili yaptığı tavsiyelere uyulmadığı zaman celallenirdi.

1990 Haccı
Allah (c.c.), Efendime rahmet etsin. Biz Mübarek ile 1990 yılında iki otobüs hacca gittik. Mübareğin içinde bulunduğu otobüs Bağdat’a yakın bir yerde akrepleriyle meşhur bir vadide bozuldu. Ben şoföre arabanın arızasını sorduğumda:
’Debriyaj balataları sıyırdı! Ben yaparım arızayı!’ dedi; ama şanzımanı indirmesi lazımdı. O yüzden ben:
’Sen burada yapamazsın!’ dedim. Abdullah Efendime de:
’Efendim, şoför arkadaş bu işi burada tek başına yapamaz, buna ekip lazım, biz Medine’ye otobüsle inelim, size de oradan bir ekip gönderelim, başka türlü olmayacak!’ dedim. Abdullah Efendim de:
’Doğru söylüyorsun Mehmet oğlum, haydi siz gidin!’ dedi. Biz de Bağdat’a gittik. Biz Bağdat’a doğru yola çıktıktan sonra Adanalı bir tamir ekibi gelmiş arabayı iki saatte tamir etmişler. Bir de baktık ki Abdullah Efendim geldi.

Tünel Faciası
1990 yılında tünel faciasında biz de orada, tüneldeydik. Arafat’ta vakfemizi yaptık, oradan Müzdelife’ye geçtik. Mübareğin Arafat’ta:
’Allah’ım! Bize bugünü de atlattır!’ diye kendi kendine çok dua ettiğini yanında bulunduğum için duyuyordum. Müzdelife’den Mina’ya geçerken tünele girip çıkışa az bir yer kala karşıdan gelen ve bu taraftan giden gruplar birbirini müthiş bir şekilde sıkıştırdı. Ve biz orada aşağı yukarı yarım saatten biraz fazla kaldık. Çok bunaldık, neredeyse ölüm derecesine geldik ve çoğumuz kelime-i şahadet getirdi. Köprünün ayağındaki alüminyum levhalar da patladı. Biz daha tünele girmeden Abdullah Efendim bizi sıraya koydu ve beni de en arkaya yerleştirdi. O kargaşada sıkışıklıktan kemiklerim çatırdadı. O gün tünelde yüzlerce kişi vefat etmişti. Orada çok bunaldık. Ama Allah’a şükür sağ salim çıktık.
On bir katlı bir otelde kalıyorduk. O akşam on birinci katta zikir sohbeti oldu. İçimizde Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi müşahede edenler vardı. Onlar, Efendimiz (s.a.v.)’in:
’Evladım, Allah’ın izniyle bizler size yardım ettik, sizi oradan Allah’ın yardımıyla çektik çektik aldık. Allah’a çok dua ettik ve kurtuldunuz!’ buyurduğunu söylediler.
Ben inanıyorum ki, Abdullah Efendime bu olay gündüz Allah Teâlâ tarafından malum edildi. Bunu: ’Yâ Rabbi! Bu günü de bir atlatsak!’ diye çok dua etmesinden ve bizi de tünele girerken sıraya koymasından anlıyorum.

Arabanın Otobüslerin Üstünden Gitmesi
Mübarekle yine bir gün Kırıkkale’ye gidiyoruz. Mübarek önde oturuyor, arkada güzel ilahi söyleyen Ahmet efendi, hoca olan İbrahim efendi ve tanımadığım bir kişi daha var. Arkadakiler yoldayken ilahi söylemeye, zikir yapmaya başladı. Ben de yavaş yavaş başladım. Arabayı ben sürdüğüm için rahmetli bana:
’Oğlum sen zikir yapma!’ dedi. Durdum, tekrar başladım. Mübarek tekrar uyardı. Tekrar durdum. Sonra yine başladım. Bu arada arabayı, direksiyonu falan unuttum ve bu hal on beş-yirmi dakika sürdü. Sonra Kırıkkale’ye indik. Arkada oturan İbrahim Efendi:
’Vallahi Efendim biz otobüslerin üzerinden uçarak geldik!’ dedi. Abdullah Efendim hiçbir şey demedi; fakat güldü. Onlar görmüşler, ben hem zikir yapıyorum, hem de arabayı düzgün kullandığımı zannediyorum.

Yahşihan’daki Sohbet
Efendimin vefatına on gün kala ziyaretine gittik ve bize:
’Siz şimdi kalbinizden Kırıkkale’ye gitsek diye geçiriyorsunuz!’ dedi. Sonra birlikte Yahşihan’a gittik. Yahşihan’da rahmetli İsmail efendinin oğlu Ahmet var, ona gittik. Çankırılılar orada çoğunluktaydı. Sağ olsunlar, yemek hazırlamışlar. Yemeği yedik, daha sonra sohbete geçtik. Mübarek burada herkese tek tek sohbet yaptırdı. Sıra bana geldi, tabi Mübareğin yanında ne söyleyelim, insan heyecanlanıyor. Ben de:
’Efendim sohbeti siz yapın!’ dedim. Fakat Mübarek:
’Hayır, herkes en azından beş dakika sohbet verecek!’ dedi. Ben de, sünnetin kalpteki yansımaları ve yaşanmasıyla ilgili şeyleri anlattım. Tabi fazla bir şey de söyleyemedim. Mübarek benim hiç unutmadığım ve beni sonradan çok ağlatan şu sözleri söyledi:
’Evlatlarım, benim size vereceğim hiçbir şey kalmadı. Ben size gereken her şeyi elhamdülillah öğrettim. Müritlerimin hepsini de bir mihenk taşı olarak yetiştirdim elhamdülillah. Bundan sonra sizler amellerinizle başbaşasınız. Bundan sonra sizler, hayatı Kur’an ölçüsünde ve Sünnet çerçevesinde yaşayacaksınız.’
Tabi ben o gün Mübareğin ne demek isteğini tam kavrayamadım. Hiç unutmuyorum, iki gün sonra ikindi vakti namaz sırasında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin veda hutbesi gözümün önüne geldi. Ve Abdullah Efendimin, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnetini nasıl takip ettiğini anladım. Arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğuna da: ’Eyvah! Abdullah Efendim sanki bize veda ediyor!’ dedim. Aradan biraz zaman geçince Mübareği rüyamda gördüm.
’Oğlum niye Ankara’ya gelmiyorsun! Ben sana geleceğin zaman telefon edeceğim!’ dedi ve iki gün sonra Mübareğin vefat haberini telefonda haber verdiler.
Allah ondan sınırsız razı olsun!

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.