Özlenen Rehber Dergisi

147.Sayı

İtaatsiz Bir Sevgi Geçersiz Bir Sevgidir!

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 147. Sayı
Bugün inananlar, Peygamber Efendimiz ile bağlarını, içinde itaat olmayan veya çok zayıf olan, sadece duygu yoğunluğundan ibaret olan bir bağ ile kurmaya çalışmaktadır. Biz ise şunun önemine vurgu yapmak istiyoruz:
İçinde itaat olmayan bir sevgi geçersiz olup kişiyi, sevilen nazarında sevgisine itibar edilen bir muhip yapmamaktadır. Allah (c.c.) şöyle emrediyor: ’Eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz.’1
Peygamberimize mutlak itaat üzere, ashabının dini anlama ve yaşaması bizde aynileşerek, sünnet ve yolunu değiştirmeden, dosdoğru istikametten ayrılmayarak Allah’a kulluğumuzu yaparsak o zaman hakikaten hidayete ermiş oluruz.
Yüce Yaratan, kitabında Allah sevgisinin bir kimsede tahakkuku (gerçekleşmesi) hakkında şöyle buyuruyor: ’(Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tabi olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Çünkü Allah, Ğafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.’2
Peygamber (s.a.v.)’in sevgisinin alametleri vardır. O alametlerden bazıları şunlardır:
- Ona uyarak tabi olmak
- Sünnetini hayatımızın bütün alanlarına tatbik etmek
- Onun yoluna süluk etmek
Bu hususları hayata geçirmenin günahlarımıza keffaret olacağı Yüce Yaratan tarafından bize vaat ediliyor. Zira bizim Peygamberimiz ile olan alakamız ve bağımız ancak itaat bağlamındadır. Bizim hayatımızla onun hayatı arasındaki bağ, bizim hayatımızı onun hayatına benzetme yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır. İşte burada itaat olmadan benzeşme ve aynileşme nasıl gerçekleşecektir?
İttibanın iktizası (gereği); sevme ve sevilme ile ancak hâsıl olur. İman da ancak bu ikisinin beraberliği ile tamamlanır. Esas mesele bizim Allah’ı sevmemiz değil, O’nun bizi sevmesidir. Allah (c.c.) da bir kulu ancak Habibi’ne zahirde ve batında ittiba ederse sever. Onun sözlerini tasdik, emirlerine itaat, risaletine tabi olma ve onun sevgisini bütün mahbuplara tercih etmen ile Allah tarafından sevilirsin.
Hz. Ali (k.v.) efendimize: ’Rasûlullah’a karşı sevginiz nasıldı?’ diye soruldu. O şöyle cevap verdi: ’Allah’a yemin olsun ki (Rasûlullah) bize; mallarımızdan, evlatlarımızdan, babalarımızdan, analarımızdan ve şiddetli susuzluk içerisinde soğuk su(ya olan hasretimiz)den daha sevgili idi.’3
Şimdi bizler böyle miyiz? Bu soru, ’Senin Rasûlullah’a olan sevgin nasıldır?’ diye bize sorulsa, nasıl bir cevap vereceğiz?
Müzmin bir hastalığa yakalanan kişi, tedavi için ilaç kullanmasına rağmen fayda görmeyip hayatını kaybediyor. Bu ümmet de yakalandığı hastalıktan ancak ve ancak Peygamberine tutunmakla ve itaat etmekle kurtulabilir. Kullanılan ilaçlar hastalığı iyileştirici nitelikte değil ki iyileştirsin. Sünneti yaşamadan hangi batınî hastalıklar tedavi edilebilir? Bugün itaatimiz olmadığı için sevgimizin geçersiz olması bizim en büyük hastalığımızdır.
Cehennemde yanarken hayıflanıp feryat edenler hakkında Rabbimiz şöyle buyurmakta:
’O gün, yüzleri ateş içinde çevrilirken: ’Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik!’ diyeceklerdir.’4 Keşke sevginin mülazımı olan itaat üzere olsaydık, diyecekler.
İbrahim b. Edhem, Basra çarşılarından geçerken insanlar on(un etrafın)a toplanıverdi ve ona: ’Ey Ebû İshâk! Muhakkak ki Allah Teâlâ kitabında: ’Bana dua edin ki size icabet edeyim!’5 buyuruyor. Biz ise bunca zamandır O’na dua ediyoruz (fakat O) bize icabet etmiyor. (Bunun sebebi nedir?)’ dediler. Bunun üzerine İbrâhîm (cevaben şöyle) dedi: ’Ey Basra halkı! Kalpleriniz (şu) on şeyden dolayı ölmüştür:
Birincisi: Allah’ı bildiniz (ama) hakkını eda etmediniz.
İkinci: Allah’ın kitabını okudunuz (ama) onunla amel etmediniz.
Üçüncü: Rasûlullah (s.a.v.)’ı sevdiğini(zi) iddia ettiniz (fakat) sünnetini terk ettiniz.
Dördüncü: Şeytana düşman (olduğunuz)u iddia ettiniz (fakat) ona muvafakat ettiniz (uyum gösterdiniz).
Beşinci: ’Cenneti seviyoruz’ dediniz (fakat) onun için çalışmadınız.
Altıncı: ’Cehennemden korkuyoruz’ dediniz (ama) kendinizi ona rehin verdiniz.
Yedinci: ’Şüphesiz ki ölüm haktır’ dediniz (fakat) onun için hazırlanmadınız.
Sekizinci: (Mü’min) kardeşlerinizin ayıplarıyla meşgul oldunuz (fakat kendi) ayıplarınızı ihmal ettiniz.
Dokuzuncu: Rabbinizin nimetini yediniz (fakat) o (nimet)lerden (dolayı O’na) şükretmediniz.
Onuncu: Ölülülerinizi defnettiniz (ama) onlardan ibret almadınız. (İşte bu saydıklarımızdan dolayı duanız kabul olunmuyor.)’6
Biz bugün Peygamberimize olan bağımızı itaat kavramından uzak bir sevgi üzerine kurmuşuz. Böyle bir sevgi ise hakikat olan sevginin karşılığı değildir. Efendimizi seviyoruz fakat onun getirdikleri bizim hoşnut olmayacağımız şeylere temas ettiği zaman hemen onu terk edip hevâmızın doğrultusunda hareket ediyoruz. O halde Peygamber Efendimize mutlak itaati değil de, hevamız ile çelişmeyen hususlarda kuru bir duygu yoğunlaşmasının adını hem sevgi hem de itaat olarak addediyoruz. Hâlbuki Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
’De ki: ’Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz artık ona (o Peygambere) düşen, ancak kendisine yüklenen (tebliğ)dir; size düşen de size yüklenen (itaat)dir.’ Eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz. Peygambere düşen ise, ancak apaçık tebliğdir.’7
Allah (c.c.) Kur’ân-ı Hakim’de Semûd kavminden bahsederken onların Peygamberlerine ittibayı terk etmek suretiyle körlüğü hidayete tercih ettiklerini beyan etmiştir. Fussilet suresi 17. âyette Allah (c.c.) şöyle buyurmakta:
’Ve Semûd (kavmin)e gelince, onlara da doğru yolu göstermiştik; fakat (onlar) körlüğü (iman hakikatlerini görmemeyi), hidayete tercih ettiler; böylece kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden aşağılayıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi.’8

Peygamber Efendimiz bize Rabbimizin birliğini getirmiştir
Bugün mü’min isek ve O’nun birliğini biliyorsak bunu Peygamber Efendimize borçluyuz. Cehennem azabından kurtaracak olan imanımızı yine ona borçluyuz. Allah (c.c.), Efendimiz (s.a.v.)’i bize seçip göndermeseydi belki de biz bugün Hindular gibi ineğe tapacaktık. İşte Allah (c.c.) bizi bundan Peygamber Efendimizi göndererek kurtardı.

Peygamber Efendimizin ve Sahabesinin yolu üzerinde olamamak, olamamanın bilincinde dahi olmamak!
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğu bir hadis-i şerifte:
’Musa’nın ümmeti (yani Yahudiler) yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Onlardan yetmiş (fırka) cehennemdedir, bir (fırka) ise cennettedir. İsa’nın ümmeti (yani Hıristiyanlar) yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardan yetmiş bir (fırka) cehennemdedir, bir (fırka) ise cennettedir. Ümmetim ise iki grubun tümüne (yani Yahudi ve Hıristiyanlara) bir fırkayla üstün gelecektir. (Yani ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.) Yetmiş iki (fırka) cehennemdedir, bir (fırka) ise cennettedir.’ (Ashab): ’O (cennetlik ola)nlar kimlerdir yâ Rasûlallâh?’ dediler. (Rasûlullah): ’(Ehl-i sünnet ve’l-)cemaat olanlardır.’ buyurdu.9
Diğer bir rivayette kurtuluşa erenlerin: ’Ben ve ashabımın üzerinde olduğu (yol üzere olan fırka)’10 olduğunu bildirmiş, bir diğer hadisi şerifte ise: ’Şu halde size gereken, sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşit halifelerin sünnetine (sarılmaktır). Bunlara tutunun ve azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın.’11 buyurmuştur. Efendimiz (s.a.v.) fırkay-ı naciye’yi: ’Benim ve ashabımın yolu üzerine olanlardır’ diye tarif ediyor; acaba biz hiç kendimize, ’Ben bu fırkay-ı naciye’den miyim’ diye sorduk mu? ’Yoksa dalalet ehli olup ateş ehli olanların içinde miyim’ diye bir derdimiz oldu mu?
Sahabe efendilerimizin hayatına yön veren neydi? Bugünün Müslümanları olarak bizim hayatımıza yön veren nedir?
Kur’ân’ı ve Sünnet’i bize nakleden, hayatlarını bütün yönleriyle bu iki kaynak üzerine bina eden, Rasûlullah (s.a.v.) ile cansiperane cihat eden, ona yardım eden, O’nun kitabının ve tevhid inancının yeryüzünde hâkim olması uğrunda hayatlarını seve seve veren, ’gökteki yıldızlar gibi’dir Sahabe-i Kiram. Hidayet meşalesini nice zorluklarla bize taşıyan Sahabe-i Kiram’a bu ümmetin her ferdi minnet ve şükran borçludur. İşte bugün bizim Rasûlullah Efendimize itaatten uzak olmamızın bir alameti de ashabına uzaklığımızdır. Rabbimiz, Kitabı’nda şöyle buyurmakta: ’Artık ona iman eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura (Kur’ân’a) tabi olanlar var ya, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir! (Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: ’Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın (gönderdiği) Peygamberiyim. O’ndan başka ilâh yoktur; O hayat verir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî Peygamber olan Rasûlü’ne iman edin; o (Peygamber) ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder; ona tabi olun ki hidayete eresiniz.’12
Cenâb-ı Hak, Peygamberimize yardım ve itaati emretmiştir. Bu yardımdan ve itaatten anlayacağımız şeyler bizi Efendimize bağlayacaktır. İşte bu bağlanma olacak ki biz Peygamber Efendimiz için ağlayacak bir kalbin sahibi olalım. İçinde itaat olmayan duygu yoğunluğundan dolayı gözyaşı dökmek, ’sahibi olmadığın bir zenginliği kaybetmekten dolayı gözyaşı dökme’ye benzer.
Biz, bugün Efendimiz (s.a.v.)’e yardım adına ne yapıyoruz? Ona olan hürmetimizin hayatımızdaki yansımaları nelerdir? Ona yardım eden Sahabe-i Kiram’a karşı sorumluluklarımızın ne kadar bilincindeyiz? Ona hakkıyla tabi olup âyette zikredilen ’kurtuluşa erenlerden’ olmak gibi bir derdimiz var mı? Hayatımızdaki sünnetleri saymaya kalksak ne kadarını sayabiliriz? Hiç Peygamberimize yardım ettiğinizi hissettiniz mi?
Sahabe-i Kiram, Peygamberimize karşı ne kadar sorumluysa biz de aynı şekilde bugün Peygamber Efendimize karşı aynı sorumluluğa sahibiz.

Peygamberimiz ve Sahabesinin yaşadığından gayrı her inanış, her takip edilen yol bir kimseyi kurtuluşa erdirmez.
Bizim en büyük sıkıntı çektiğimiz ve yanlışa düştüğümüz husus, sünneti yaşamayı vazgeçilmez bir hayat düsturu olarak benimseyemeyişimizdir. Cenâb-ı Hak şöyle emrediyor:
’Ve şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur; öyle ise ona tabi olun! Ve (başka) yollara tabi olmayın, (yoksa) sizi O’nun (Allah’ın) yolundan ayırır(lar). İşte bunlar (Allah’ın) size o emrettiği (şeyler)dir; ta ki (günahlardan) sakınasınız.’13
Âyette geçen sırat-ı müstakim, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ve ona tabi olan Sahabe-i Kiram’ın yürüdüğü dosdoğru yoldur. Bu yol, alternatifi ve misli olmayan, Allah’ın rızasına ulaştıran tek yoldur. İşte Allah’ın ve Rasûlü’nün emrettikleri her hususta senin alternatif bir inanç ve istikamet arama çabasında olmanın, seni rızayı ilahîye ulaştırmayacağı aşikârdır. Bunun dışındaki bütün yol ve alternatifler kişiyi Allah’ın rızasına ulaştırmaz. Allah’ın rızasına ulaştırmayan yol ise dalalet ve hüsranın ta kendisidir.
Nitekim Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’a sırat-ı müstakim’in ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
’Muhammed (s.a.v.), bizi o (sırat-ı müstakim)in başında bıraktı. Onun bir ucu ise cennettedir. Onun sağında (tali) yollar ve solunda (tali) yollar vardır. Ve oralarda kendilerine uğrayanları çağıran bir takım kimseler vardır. Artık her kim, bu (tali) yolları tutarsa nihayette onu cehenneme götürür. Her kim de sırat(-ı müstakîm) üzere (yol) tutarsa nihayette onu cennete götürür.’ Sonra İbn-i Mes’ûd yukarıda mealini verdiğimiz En’âm suresinin 153. âyetini okumuştur.14
Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyurmakta:
’Şayet sana icabet ermezlerse, artık bil ki (onlar) ancak (nefislerinin) arzularına uymaktadırlar. Hâlbuki Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın, (nefsinin) arzusuna uyandan daha sapık kimdir? Şüphe yok ki Allah, o zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.’15
Bu âyet-i kerimede insan için iki seçenek olduğu belirtilmektedir:
Birincisi; Rasûlullah (s.a.v.)’e icabet ederek Kur’an ve Sünnet üzere bir yol takip etmek.
İkincisi; nefsinin hevâsına uygun bir şekilde yaşayıp hareket etmek. İşte bu, dalaletin doruk noktasıdır.
Din, Allah’ın Rasûlü’ne vahyi ve onun ümmetine tebliğ ettikleridir. Binaenaleyh görüş beyan ederek, akıl yürüterek, felsefe ve batıl tevillere istinat edilerek din tesis edilemez. Din ancak; Allah’ın vahyi, Rasûlü’nün sünneti ve sahabesinin bu iki kaynak üzerine tesis ettikleridir.

(Endnotes)
1 en-Nûr, 24/54
2 Âli İmrân, 3/31
3 Kâdî İyâz, eş-Şifâ Bi-Ta’rîfi Hukûki’l-Mustafâ, c.2, s.568, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1984
4 el-Ahzâb, 33/66
5 el-Mü’min, 40/60
6 Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.8, s.15, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988
7 en-Nûr, 24/54
8 Fussilet, 41/17
9 Ebû Ya’lâ, Müsned, c.6, s.340, h.no:3668, Dâru’l-Me’mûni Li’t-Turâsi, Beyrut, 1990. Ayrıca bkz., Ebû Dâvûd, Sünnet, 1
10 Tirmizî, Îmân, 18
11 Ebû Dâvûd, Sünnet, 6
12 el-A’râf, 7/157-158
13 el-En’âm, 6/153
14 İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.9, s.671, Dâru’l-Hicr, Kahire, 2001
15 el-Kasas, 28/50
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.