Özlenen Rehber Dergisi

139.Sayı

İman'da ve Amel'de Tevhid

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 139. Sayı
Tasavvuf yollarında nefis terbiye ve tezkiyesi için bir yola girmiş olan bir insanın kendisinde oluşturması, gönlünde ikame etmesi gereken en önemli hususların başında tevhid akidesi gelir. Allah’ın vahdaniyeti ve birliğidir tevhid. Tevhidi; itikatta (imanda, ilimde) tevhit, amelde tevhit diye iki şekilde tasnif ederek söylersek, anlatmak istediğimiz konunun akıllarda kalması biraz daha kolay olur inşallah.
Tevhidin itikada dayalı olan kısmı ’marifetullah’tır, yani Allah bilgisidir. Bunu bazı âlimler tasnif ederken ’İlimde tevhid’ diye adlandırmışlardır. Böylece tevhidin inanca bakan yönü ile kul Allah’ın tek olduğunu, sıfatlarında ve fillerinde eşsiz olduğunu, yaratılan her şeyin O’nun birliğini gösterdiğini ve O’na muhtaç olduğunu bilir. Amelde tevhid ise kulun bütün fiilerinde Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu yine O’nun Habibiyle (s.a.v.) öğrettiği en güzel şekliyle Allah’a kulluk etmesidir. Diğer bir ifadeyle amelde tevhid, tevhid inancının kulun bütün amellerini hâkimiyet altına almasıdır, diye tarif edilebilir.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) gönderildiği topluma ’müşrik’ yani şirk toplumu deniyordu. Bunun manası şudur: Allah’ın varlığına inanmakla beraber başka varlıkları da Allah gibi sayıyorlar. Hâşâ, bu şekilde puta tapıcılık, Rasûlullah Efendimizin de müjdesiyle bu ümmet içerisinden çıkartılmıştır. Yani bir Müslüman, bir ağacı bir binayı bir taşı, güneşi ve ayı alıp da kendisine bu benim Rabbimdir diye yönelmez, kulluk etmez. Ancak riyaya kapılarak gizli şirk hastalığına tutulabilir ki Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ümmeti için bu husustan koktuğunu şu ifadeleriyle dile getirmiştir:
’İçinizde Kevser havuzuna ilk ulaşan ben olacağım ve sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim. Vallahi şu anda havuzum gözümün önündedir. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları (veya yeryüzünün anahtarları) bana verildi. Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok. Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.’ (Buhârî, Cenâiz 71)
’Ümmetim, hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşma (suçunu işlemeleri)’dir. Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz onlar güneşe, aya veya puta tapacaklar diyecek değilim ve lâkin bir takım ibâdetleri Allah’tan başkası için işleyecekler ve gizli bir şehvet arzulayacaklar." (İbn Mâce, Zühd, 21)
’….Bence sizin için Mesîh-i Deccâl’dan daha korkunç olan şeyi size haber vermeyeyim mi?.. (Sizin için daha korkunç şey) gizli şirk(tir) ki: Adamın namaza durup da gördüğü bir başka adamın (kendisine) bakmasından dolayı namazını güzelleştirmesidir." (İbn Mâce, Zühd, 21)
Bu örnekler, bir kulun Allah inancı tevhid üzere olsa da amellerinde tevhidi bulamadığı zaman onda tevhidin kemaliyle kaim olmadığının en açık ifadesidir. Kul, itikatta tevhid ettiği Rabbine (c.c.) amellerinde de riyadan sakınarak ve ihlasa ererek kulluk etmelidir. Hatta ihlası bulduktan sonra ihsan makamına kavuşabilme yolunda azim sahibi olmalı ki matlup olunan budur aslında.
Örneğin, Cihad. Allah yolunda fiili olarak düşmana, kâfirlere karşı savaşmaktır. Böyle bir hususta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e bir kişi gelip soruyor: Yâ Rasûlallah! Ben Allah rızası için savaşmayı seviyorum ancak birazcık da olsa insanların benim ne kadar kahraman olduğumu bilmesini de istiyorum. Bunda bir mahzur var mı? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) ona bir müddet cevap vermiyor ve Cenâb-ı Hak Kehf suresi’nin 110. âyet-i kerimesini inzal ediyor: ’De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, (Ne var ki) bana, ’Sizin ilahınız ancak bir tek ilâhtır. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın’ diye vahyolunuyor.’
Bir insan cihad da yapsa, namaz da kılsa, oruç da tutsa, zekât da verse; eğer bunun içerisinde Allah’ın rızasını kastettiyse tamam elhamdülillah. Ama bunun içerisine eğer ki yapmış olduğu amelini bir şekilde bilinmesini arzu etmesi, beğenilmesi, o amelle üstünlük sağlama arzusu ve onunla övünmek maksadı güdülmüşse işte bunun adı şirktir.
Tasavvufun birinci usulü tevhittir, Allah’ı birlemektir. Nefis tezkiyesi yapan bir sâlikin yapmış olduğu amelinin içerisine yukarıda açıkladığımız riya (gizli şirk) kabilinden bir şey nüfuz etmiş ise eğer, o zaman bu kişi daha nefsini tezkiye etme yoluna dahi girmemiş demektir. Zaten nefsi tezkiye etmekten maksat bütün ahvalde Cenâb-ı Hakk’ı tevhîd üzerine bilebilmektir. Marifetullah’ın, Allah bilgisinin maksadı budur. Bunun içerisinde kadere rıza var, Cenâb-ı Hakk’ın rızık olarak taksim ettiklerine rıza var, dünya hayatı olarak sana ne verdiyse ondan razı ve hoşnut olmak var, bela ve musibet geldiği zaman Allah’tan gelene hoşnutlukla bakabilmek var…
Biz biliyoruz ki her şeyi yaratan Allah’tır. Murad etmeyince de bir yaprak ağaçtan yere düşmez. Bunu bu hal üzere görüp kalbi Allah’a bağlamak esastır. Örneğin fakir, hasta, imkanı olmayan bir insan dese ki: ’Ya Rabbi! Ben hem fakirim, hem hastayım sıhhatim yok, hem imkânım yok, hem yaşlıyım çalışıp ekmeğimi kazanacak durumum yok, şu yok bu yok; ben sana kulluk yapıyorum… Ama öbür tarafta adam namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, zekât vermiyor, faiz yiyor, haramlara gidiyor, içki içiyor; bununla beraber dünya imkanları, bütün mal varlığı da onun…. Niye bana az verdin de ona çok verdin?...’ Böyle bir soru ile Cenâb-ı Hakk’a yönelmek zahirde yaptığı ibadetlere rağmen, Allah’ın taksimatına rıza ve hoşnutluk göstermemek demektir. Hakk’a gizli bir itiraz illeti bulunmaktadır. Tevhide zıt bir durumdur. Halbuki imanda ve amelde tevhid ana esastır. Ben Rabbimi bileceğim. Zaten tevhid ilmi demek, Allah bilgisi demek, Cenab-ı Hakk’ı zâtında, sıfatlarında ve bütün efâlinde birlemek, O’na teslim olmak, O’ndan razı olmak demektir…
Cenâb-ı Hak, birçok ayet-i kerimede kullarını hem iman hem de amelde tevhide davet etmiştir. Zira kullukta kemal her ikisinde de tevhidi bulabilmekle olur. Bu âyet-i kerimelerden bazılarını zikredelim:
’(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz’. (Fatiha, 1/5)
’…De ki: ’O, benim Rabbimdir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız ona tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız onadır’.(Ra’d, 13/30)
’Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiç bir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.’(Taha, 20/14)
’Ey Muhammed! Şüphesiz biz o Kitab’ı hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak ona kulluk et.’ (Zümer, 39/2)
Amelde tevhid, kalpte Allah bilgisiyle yaşamak… Bu hususta Sahabeyi Kiram’a (r.anhüm) bakıyoruz. Onlar da o bilgiyi yaşadılar. Allah’tan gelen emirlere hemen boyun eğdiler. Her türlü meşakkate rağmen İslam davasından taviz vermediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifi, hem amellerin ancak Allah rızası için yapılmasını hem de tevhidin sirayet ettiği amellerin (salih amel) Allah indindeki kıymetini göstermesi açısından çok önemlidir:
’Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
- Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
- Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler.
Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
- Allah’ım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.
Allah’ım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
- Allah’ım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Bir gün bu adam çıkageldi. Bana:
- Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona:
- Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız:
- Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler.’ (Buhârî, Büyû` 98)
Yine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Kim Allâh’ın rızâsını kazandıracak bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile duyamaz.’ (Ebû Dâvûd, İlim, 12) Bu hadis-i şerifi şerh sadedinde Sehl bin Tüsteri (r.h.) de şöyle demiştir: ’İlmin hepsi dünya içindir. Ahiret için olan ilim, kendisiyle amel edilen ilimdir. İhlasla yapılanları dışında amellerin hepsi de hevadır, boştur.’ (Gazalî, İhya, İlim babı)
Bir de Rahmetli Efendi hazretlerini hatırlayın şimdi. ’Allah tektir, tek olanı sever’ (Buhârî, Daavât 68) hadis-i şerifini çok zikrederdi. Cenâb-ı Hakk’ın vahdaniyeti öyle sirayet etmiş ki, bu tecellinin tesiriyle Mübarek Efendi hazretleri yaptığı işlerde daima tek sayıyı muhafaza etmekteydi. Yaptığı tesbihatta, namazda safların tertibinde, hatta sofrasına koyduğu kaşıkların sayısına varıncaya kadar buna dikkat ederdi.
Hulasa; bir insan, namaz kılsa, oruç tutsa, zekât verse, hacca gitse ama şu anlatılmış olan meseleler hakkında kalbi hastalıklıysa, iman ve amelde tevhidi bulamamışsa, daha Allah’ı birlemeyi bulamamış ki nefsini tezkiye etsin. Cenâb-ı Hakk’ın vahdaniyetine kavuşamamış ki kulluk yoluna girsin. Önce kalbini Allah’tan alıkoyan şirk, riya, şüphe, kibir ve diğer kalbi marazlardan temizlenmesi lazımdır ki ondan sonra yakınlık yoluna girebilsin. Zira Cenâb-ı Hakk’a yakınlık yoluna ikilikle gidilmez, birlikle gidilir.
Allah’ım bizi vahdaniyeti hususunda zahiren veya bâtınen, gizli veya aşikâr hiçbir noksanlıkta bırakmasın. Vahdaniyetini, birliğini sadırlarımıza kâmilen nakşeylesin inşallah….
Ve selâmün ale’l-murselin ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.