Özlenen Rehber Dergisi

120.Sayı

Dindar Gençliğin Gerekliliği

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 120. Sayı
Dindar: Genel manada kişinin inandığı dininin gereklerini yerine getirmede hassas davranmasıdır. Daha özel tarifte ise İslam dinine mensup olanların Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye göre bir hayat yaşamasıdır. Hayatının bütün alanlarını Kur’an ve Sünnet’le özdeşleştirmeye çalışmasıdır. Dindar gençlik de, gençliğini dinini ikame ederek geçiren ve olgunlaşan manasındadır.
Günümüzde şöyle etrafımıza bir bakıp da gençliğimizin içinde bulunduğu o buhranı gördüğümüzde dindar bir gençliğin ne kadar gerekli olduğunu müşahede etmekteyiz. Aslında dindar gençlik gerekli midir sorusundan daha çok dindar gençliği nasıl yetiştireceğimiz üzerinde durmak daha doğru olur; ama son zamanlarda dindar gençlik yetiştirmekle ilgili bir düşüncenin ortaya atılmasıyla bir kesim bu konuda öcü görmüş gibi hep birden ayağa kalkarak bunun gereksizliğini ispatlama yarışına girmişlerdir. Bundan dolayı biz de örnekleriyle önce dindar gençliğin gerekli olduğunu anlatmaya çalışacağız. Daha sonra da dindar gençliği yetiştirmedeki kıstasımız ne olacak yani dindar gençliği nasıl yetiştirmemiz gerektiği üzerinde duracağız.
Az öncede belirttiğim gibi güncel olan bir konuda dindar gençlik yetiştirmekle ilgili bir fikir ortaya atıldığında, %99’u Müslüman olarak belirtilen ülkemizde bir kesim hemen ortaya atılarak dindar gençlik mi yetiştirilecek, ne gereği var şeklindeki ifadeleriyle buna karşı çıktılarını hep birlikte gördük. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) buyurduğu: ’İslam bakımından insanların en güzel olanı, ahlak bakımından en güzel olanıdır.’ (Ahmed b. Hanbel, c.34, s.422, h.no:20831) hadis-i şerifine bakarak, aslında yazımızın da başlığı olan dindar gençlikten maksadın güzel ahlaklı gençlik demek olduğunu pekâlâ söyleyebiliriz. O zaman, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) güzel ahlakıyla yetişecek bir genç nesilden neden korkulur?.. Aklımıza böyle bir soru geliyor bu noktada. Doğruluktan, adaletten, merhametten, İslam kardeşliğinden vb. nice güzel ahlaktan ödün vermeyen bir genç, bunların tam tersi ahlakla bezenmişler için gerçekten ürkütücü olabilir.
Dindar gençliğin ferdi, sosyal, dünyevi ve uhrevi olarak birbirine bağlantılı birçok faydası vardır. Ferdi olarak faydasından başlayacak olursak dindar bir genç, İslam dinine ait ibadetleri itaatleri yerine getirerek ve İslam’ın güzel ahlakıyla bezenerek aslında kendi iç dünyasındaki huzuru ve sükûneti sağlar. ’Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur’(Ra’d suresi, 28) ayeti kerimesinde belirtildiği üzere dindar genç manevi olarak huzuru yakalar. İç dünyasında manevi huzuru bulan dindar genç dış dünyasında, dünyevi işlerinde de daha rahat, daha kararlı ve daha aktif olabilecektir.
Bugün maddi olarak nice zengin ailelere mensup, dünyalık her şeye doymuş olan gençler vardır ki iç dünyasında huzur sağlayamadıkları için farklı şeylere yönelerek kendilerini tatmin etmeye çalışmakta; alkol, uyuşturucu vb. bataklıklar içerisine düşmektedirler. Ve nice de dinin gereklerini yaparak hem dünyada gönül huzurunu bulan hem de ahirette sevgili Peygamberimizin müjdesiyle arşının gölgesinde barınacak gençler bulunmaktadır.
’Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç’ şüphesiz Allah’ın (c.c.) kıyamette razı olacağı gençtir. Allah’ın razı olacağı bir genci yetiştirmek de kuşkusuz anne babalar olarak bizlere düşmektedir. Aslında gençlerimizi anne babalar olarak iyi yönlendiremediğimizden dolayı veya dini, dünyevi bir takım işlerden sonraki plana aldığımızdan dolayı kendi ellerimizle ateşe sürüklemekteyiz. Bu gün toplumumuzda dine ait ibadet ve ezkarları, sanki gençliği dünyevi nefsi arzular içinde yaşadıktan sonraki yaşlarda yapılması gerektiği inancı hâkim. Şunu çoğu anne babadan duymaktayız: ’Cahildir, yapabilir’, ’yapmasında bir sakınca yoktur.’, ’Gençliğinde yapmayacak da ne zaman yapacak?’ gibi sözler. Aslında bu sözler, bu müsamahalar bir gün hem bu dünyada bizi bulacak hem de ahirette bizi bulacaktır.
’İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.’ (Abese sûresi, 34-36) ayet-i kerimeleri, dünyadaki biraz önceki söylemlerin bir karşılığı olarak ahirette karşımıza çıkacaktır. Dünyada da yine müsamahakâr söz ve davranışlarımız gençlerimizin ileriki zamanda artık önüne geçilemeyecek değişik kötü ahlak ve davranışların önünü açacaktır. Hülasa gençlerimize dinden daha çok dünyayı sevdirmemiz aslında onu yakacak olan ateşin odununu kendi ellerimizle toplamamız manasına gelmektedir. Hiçbir anne baba böyle olmasını aslında istemez ama gerçek de budur. Bu hâlden uzak olmanın tek yolu Allah’ın dinini, Rasûlullah Efendimizin güzel ahlakını gençlerimize öğretmek ve yaşatmaktır.
Dindar gençliğin topluma olan faydası ise apayrı bir konudur. İslam dininin emir ve yasaklarını bilen hayatına tatbik ederek yaşayan bir gençliğin oluşması toplumsal açıdan o kadar önemlidir ki şimdi bunu örneklerle açıklayalım:
Dindar bir genç öncelikle Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman eden bunu özümseyendir. Bu inancını ibadet ve ahlakla da süslediği zaman ortaya çıkacak profil toplumsal fayda açısından önemlidir.
’Ey iman edenler, hak ölçülerle hareket edip adaleti yerine getirmeye uğraşan hakimler, Allah için şahitlik yapan kişiler olunuz. Gerek kendileriniz veya ana-babanız yahut en yakınlarınız aleyhine olsun; gerek zengin, gerek fakir olsun. Çünkü Allah, ikisinden de önceliklidir. Bundan dolayı adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Şahitlik yaparken dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Nisâ sûresi, 4/135) ayetini ve bir hırsızlık olayında, güçlü ve itibarı yüksek bir kabileye mensup bir kadının elinin kesilmesine karar verilince, kadını kurtarmak isteyen güçlü, itibarlı ve nüfuzlu kabile mensuplarına "Kızım Fatıma da yapsa, yine cezasını verirdim" diyen Peygamber Efendimizin adaletini benimseyen gençlerin oluşturduğu bir toplumdaki adalet ortamını; hakimin, savcının vd. yetkililerin bu gençlerin arasından çıkacağını bir düşünelim. Böyle bir durumda adaletin tecellisi insanlar arsında eşit olacaktır. Zengin-fakir, güçlü-zayıf, makam-mevki sahibi gibi ayrımlar olmaksızın alınan kararlar adil olacaktır. Adaletin bu şekilde tesis edildiği toplumlarda da huzur ve güven ortamı oluşarak insanlar toplum olarak daha rahat olacaktır. Adaletin yanlı olarak tesis edilmesi durumunda ise aynı cahiliye döneminde olduğu gibi zengin, güçlü, makam mevki sahipleri yönünde adalet tecelli edecek, toplumun büyük kısmı ise huzursuz olacak, mutlu olamayacaktır. Bir toplumda ise asıl olan toplumun genelinin huzurudur, azınlığın huzurlu ve refah içinde olduğu toplumlarda iç çekişme ve huzursuzluk hâkim olur.
’Müminler ancak kardeştir’ (Hucurât sûresi, 49/10) ayeti ile ’Müslüman müslümanın kardeşidir’ (Buhârî, Mezâlim, 3) hadis-i şerifini kendisine şiar edinmiş gençlerin arasında dilden, ırktan, soydan, soptan ve millet kavramlarından dolayı kavgaların, toplumun huzurunu bozacak olayların, anarşinin çıkması mümkün değildir. Bilakis İslam kardeşliğinin tesis olmasıyla İslam’a kadar birbiriyle savaşan Evs ve Hazreç kabilelerinin kurduğu kardeşlik gibi kardeşlik olacaktır. İslam’a kadar birbiriyle kavgalı olan bu iki kabile arasında İslam’la birlikte bu kavgadan eser kalmamıştır. Dahası öyle bir kardeşlik tesis olmuştur ki bir bedenin uzuvları gibi olmuşlar, bir uzuv bir acı hissetse diğer uzuvların da o acıyı hissettiği gibi, Evs’ten birine bir şey olsa Hazreçli bunu hissetmiş, Hazreçliye bir şey olsa Evsli bunu hissetmiştir. İşte böyle bir İslam kardeşliğiyle yetişen bir gençlikte anarşi ortamı ve huzursuzluğun olması mümkün değildir.
Yıllarca bu örneklerde verdiğimiz İslam kardeşliği yerine Fransız ihtilalinin bir semeresi olan kavmiyetçilik akımıyla yetişen veya yetiştirmeye çalıştığımız gençlik asıl öz olan İslam kardeşliğini göremeyerek birbirine düşman olmuşlar, çatışmışlar, öldürmüşler, öldürülmüşlerdir. Sonuçta maddi manevi kaybeden ise bir toplum olarak hepimiz olmuşuzdur.
İçki, kumar vb. zararlı alışkanlıkların haram olduğunu bilerek yetişen bir gençlikte ise başta söylediğimiz buhranlı hâl, keşmekeşliğin olması mümkün müdür? Bugün Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Öyle gençlerimiz var ki kimi alkol müptelası, kimi uyuşturucu, kimi tiner müptelası vs. Bunların toplumumuza zararı herkesçe malum. Kimi ailesine kâbus olmuş, anne babasına yaka silktirmiş, kimi kapkaççı, kimi gaspçı, kimi ise genç yaşta çok basit sebeplerle bir başkasının canına kıyarak katil olmuş. Bu aslında İslam’dan, Peygamber ahlakından uzak olan bir toplumun kanayan yarasıdır. Daha yeni önceki günlerde medyaya yansıyan ve kamera önünde yolcu otobüsünün ön kapısından inmesinin yasak olduğunu söyleyen şoförü herkesin gözü önünde bıçaklayarak öldüren bir gencin hâli gerçekten ibret verici bir durumdur. Böyle bir toplumda yaşayanlar olarak bunun gibi yüzlerce hadiseye şahit olmuşuzdur. Böyle bir hâl elbette ki toplumun bireyleri olarak bizleri fazlasıyla ürkütmekte ve huzursuzluğa sevk etmektedir. Özellikle büyükşehirlerde yaşayanlar için bu durum daha vahim ve elim durumdadır. Evet, böyle bir gençlik toplum için öldürücü bir zehir gibidir. Bunun karşıtı yani panzehri de imanlı, inançlı, güzel ahlaklı gençlik yetiştirmektir.
Sonuç olarak dindar gençlik gereklidir, asıl olan onun yetiştirilmesidir. Bu nasıl olmalıdır. Burada öncelikle her ebeveyn kendi çocuklarının din eğitimi almasında, diğer eğitimlerini almasında hassas olduğu kadar hassas olmalıdır. Bugün çocuğumuzun en iyi eğitimi alması, en iyi meslek sahibi olması için maddi ve manevi bir sürü sıkıntılara katlanarak ek eğitimler almasını sağlamaktayız. Örneğin maddi imkânlarımızı zorlayarak, bir sürü para vererek dershanelere göndermekteyiz. Fakat çocuğumuzun dini eğitimine gelince Liselerde 1 saat, ilk ve ortaokullarda da 2 saat olan Din dersiyle yetiniyoruz. Bununla ilgili ek bilgiler veren Kur’an kursları, diğer din eğitimi veren yerlere ise bir sürü bahaneler bularak göndermekten imtina ediyor ve gençlerimizin dinleriyle erken yaşta tanışmasını engelliyoruz. Oysaki yapmamız gereken gençlerimizi hem dini hem de diğer ilimlerle donatmak için gayretkâr olmaktır. Matematik, Fen, Sosyal gibi derslerdeki eksikliklerini okul dışında özel ders aldırarak veya dershanelere göndererek nasıl tamamlıyorsak, aynı şekilde din eğitimi içinde okul dışında bu eğitimi hakkıyla veren yani Kur’ân’ı ve Peygamber ahlakını veren yerlere gençlerimizi göndermeliyiz.
Dindar bir gencin özü, Peygamber ahlakıyla bezenmelidir. Peygamber Efendimizin amcasının oğlu ve Hz. Ali efendimizin ağabeyi Cafer b. Ebi Talip, "Hıbbu Rasûlullah" yani Allah Rasûlu’nun mahbubu, ahbabı, sevdiği bir genç olan Üsame b. Zeyd, daha 17-18 yaşlarında Müslüman olup evini Peygamber Efendimize Müslümanlara açan Erkam b. Erkam, dünyalık bütün nimetleri İslam için elinin tersiyle iten Musab b. Umeyr, 27 yaşında Yemene vali olarak görevlendirilen Muaz b. Cebel ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir’in üç gün saklandıkları Sevr Mağarasına geceleri yemek taşıyıp kuşağını ikiye bölerek azık torbasının ağzını bağlayan ve bunun üzerine Allah Rasûlü’nden: "Allah bu kuşağın karşılığında cennette sana iki kuşak versin" diye iltifat gören ve bundan dolayı da "Zâtu’n-Nitâkeyn" (İki kuşaklı) diye anılan Esma binti Ebi Bekir (r.anha) annemiz gibi Peygamber Efendimizin rahle-i tedrisatında yetişen genç sahabe efendilerimizi örnek alacak Peygamber ahlakıyla yetişen bir genç nesil yetiştirmeliyiz.
Habeş Kralı Necaşiye, bir genç olarak Hz. Cafer’in söylediği şu anlamlı sözleri bir hatırlayalım:
"Ey Kral! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan cahili bir toplum idik. Bizden güçlü olan, zayıf olanı ezerdi. İşte Allah bize içimizden nesebini, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir Rasûl gönderinceye kadar bu haldeydik. Oysa gönderilen bu Rasûl, bizi, Allah’ı birlemeye, O’na kulluk etmeye, O’ndan gayrı babalarımızın taptığı taş ve putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, akrabalarla ilişkileri devam ettirmeyi, iyi komşuluğu, haramlardan ve kan dökmekten el çekmeyi emretti ve bizi fuhşiyattan, yalan sözle şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli hanımlara iftira etmekten menetti. Bize yalnızca bir Allah’a kulluk etmemizi ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmamayı emretti, namazı, zekâtı ve orucu emretti. Biz de onu derhal tasdik ettik, O’na inandık ve Allah’tan getirdiğine uyduk. Yalnızca Allah’a kulluk ettik ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık..." (Bkz., Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.263, h.no:1740)
Gerçekten de Hz. Cafer (r.a.), menbaı Peygamber ahlakı olan bu sözlerle İslam’dan önceki hâl ile İslam’dan sonraki hâli öz bir şekilde ifade etmiştir. İşte genç neslin bu sözlerde olduğu gibi bütün kötü hasletlerden iyi hasletlere yönelebilmesinin, gerçek saadete erebilmesinin tek yolu; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve onun güzide sahabelerinin (r.anhüm ecmain) güzel ahlakıyla ahlaklanması ile olacaktır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.