Özlenen Rehber Dergisi

115.Sayı

Birleşmiş Miller (bm) ve İslâm Dünyası,

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 115. Sayı
24 Ekim her yıl Birleşmiş Milletler günü olarak dünyada kutlanmaktadır. Biz de yazımızda; ’İslam Dünyası için Birleşmiş Milletlerin kuruluş amacına uygun olarak aldığı kararlar var mı? Birleşmiş Milletler ile İslam Dünyası arasındaki ilişki ne boyuttadır? İslam Dünyasına düşen vazifeler nelerdir?’ siz okurlarımızla paylaşmak istedik.
Birleşmiş Milletler Örgütü ya da kısaca Birleşmiş Milletler (BM), 24 Ekim 1945’te dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır.
Örgütün, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısı şu an itibariyle üyeliği kaldırılan Vatikan ve değiştirilen Çin Halk Cumhuriyeti son katılan üye Güney Sudan dahil 193’e ulaşmıştır. Örgütün yönetimi New York’ta bulunan genel merkezinden yürütülür ve üye ülkelerle her yıl düzenli olarak yapılan toplantılar yine bu genel merkezde gerçekleştirilir.
Örgüt yapısal olarak idari bölümlere ayrılmıştır;
Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı. Örgütün en göz önündeki ve en önemli mercii hiç kuşkusuz Güvenlik Konseyi’dir.
Birleşmiş Milletler fikri ilk olarak, II. Dünya Savaşı’nın bitiminde savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla ortaya atılmıştır.
Örgütün en önemli bölümü olan Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakta olup, bu üyelerden beşi daimi üye statüsündedir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere ve Fransa’dır. Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi üyelerden herhangi birisinin aksi yönde oy kullanmaması gereklidir.
Kısaltılmasını BM olarak yukarıda belirttiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, veto yetkisine sahip olan 5 daimi üyesi olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere gibi devletlerin payandasında olmasından ve onların güdümünden öte gitmemesinden dolayı beş milletler (BM) örgütü diye tanımlamak mazlum halklar ve özellikle İslam dünyası açısından yadsınacak bir tanım olmasa gerektir. Buradan da hareketle Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan bu güne özellikle İslam Dünyası ile ilgili olaylardaki karar ve tutumlarını gözden geçirme adına bazılarını şöyle bir sıralamakta yarar vardır. Zaten kararları tek başına veto edebilen beş ülke içerisinde iki milyarlık İslam dünyasını temsil eden bir devletin bulunmaması işin başında İslam Dünyasının lehine kararlar alınmasının imkansızlığını ortaya koymaktadır.
- 1948-1958 yılları arasında Müslüman olan Keşmir, Hindistan tarafından işgal edilmiş çoluk çocuk katledilmiş ama BM bu konuda gerçek yüzünü o yıllardan ortaya koyarak mazlumun değil kendisine yakın hissettiğinin yanında olmuş, Keşmiri suçlu çıkarırcasına Keşmir hakkında 23 karar almış ama asıl işgalci olan Hindistan hakkında tek bir karar dahi alamamıştır.
- BM’nin gözdesi İsrail… 1945’li yıllarda Ortadoğu’ya, Filistin Bölgesine Kabus gibi çöken o gün bugündür İslam Dünyasının kabusu olan bu ülke Müslümanlara karşı tam bir soykırım uygularken BM önemli bir yaptırım kararı alamamıştır, aldığı 30’dan fazla karar da kınama ve daha hafiflerinden öteye gidememiştir. Alınan bazı kararları da İsrail bütün dünyaya meydan okurcasına uygulamamış veya dikkate almamıştır.
Geçtiğimiz yıllarda İsrail’in yaptığı iki katliam hâla hatırlardadır. Birincisi; Lübnan’da başladığı işgal hareketinde Lübnanlı Müslümanların çetin direnişi ile karşılaşması sonucu mağlup olmuş, o zamana kadar Müslümanların katledilmesine göz yuman BM iş tersine döndüğünde ise Lübnana yaptırım kararı almaktan geri durmamıştır. Sözde buradaki olaya müdahale etmiştir.
İkincisi; Gazze katliamıdır ki İsrail dünya da benzeri olmayan katliamlardan birisine daha imza atmış misket bombası ve kimyasal silah kullanarak yine vahşet saçmıştır. BM yine ortalıkta gözükmemiştir. Tabi BM’nin daha önemli görevlerini unutmamak gerekir: İran, Irak gibi ülkelerde nükleer silah varsa, ya yarın öbür gün bu silahları İsrail’e karşı kullanmaya kalkışırlarsa(!). BM açısından bunun düşüncesi bile kötü. Öncelik bunların engellenmesi lazım. Filistin’de müsülümanların kadın çocuk yaşlı demeden katledilmesi hiç mi ama hiç önemli değil!!!
Yakın tarihimize kara bir leke olarak geçen Bosna Müslümalarına yönelik katliamlar…
90’ lı yıllarda Sırp canilerin Müslümanlara uyguladığı katliam ve tecavüz olaylarında yine BM ortalıkta yoktu. Daha sonra Müslümanların toparlanarak ordu kurması ve karşı koymaya başlamasıyla yine BM devreye girmiş silah ambargosu uygulayarak Boşnak Müslümanları zor durumda bırakmıştır.
Bosna’da BM’nin gönderdiği askerler sırp canilerle bir olarak Müslüman kadınlara yapılan tecavüzlere de ortak olarak aslında BM’nin İslam dünyasına ne kadar kayıtsız olduğunu bir kere daha ortaya koymuştur. Dahası BM askerleri güvenli bölge olarak ilan edilen Srebrenica’da kontrolü Sırp kasap komutan Mladic’e teslim ederek 12 bin Müslüman’ın katline göz yummuşlardır.
Rusların Çeçenistan’da uyguladığı katliam, Kıbrıs ve daha bir sürü İslam dünyasının büyük sıkıntılara maruz kaldığı olaylarda BM hep kendisi gibi düşünen ya da gönül bağı, din birliği içerisinde olduğu devletlerden yana olmuş Mazlum Müslümanların yanında hiç olmamıştır.
Geçmişte durum böyle peki günümüzde durum nasıl? Hepimizin malumu en sıcak iki gelişme de Suriye ve Arakan’daki olaylarda BM’nin tutumu ne? Bir de onlara bakalım.
Yaklaşık 18 aydır Esed rejiminin Suriye’deki Müslümanlara Ramazan, bayram dinlemeyerek çocuk kadın sivil ayrımı yapmadan yaptığı katliamlara seyirci kalması 5 daimi ülkelerden olan Rusya ve Çin’in alınan iki kararı da veto etmesi acı olan bir gerçeği yazımın başında belirttiğim Beş Milletler gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktadır. Evet 18 aydır binlerce müslümanın hunharca katledilmesine ses çıkaramayan herhangi bir yaptırım kararı alamayan BM tamamen beş devletin kuklasında komik bir görüntü sergilemektedir.
193 üye sayısı olan BM 188 ülkeye hele hele İslam ülkelerine siz karar alamazsınız alsanız da birimiz bile sizin aldığınız kararları hiçe sayarak veto ederiz şeklinde bir örgüt görünümündedir.
Arakan’a gelince, buradaki Müslümanların Myanbarlı Budistler tarafından yakılarak katledilmesi ve bir şehri dolduracak kadar cesetten bahsedilmesine rağmen bu bölge içinde BM den herhangi bir ses çıkmamaktadır. İnsan kanını donduran katliam resimlerinde yakılarak kül olmuş cesetleri bütün dünya görmesine rağmen BM kılını bile kıpırdatmamaktadır.
Şimdi burada yazabildiğimiz kadarını yazdık yazamadıklarımızla beraber bir sonuç çıkaracak olursak BM-İslam Dünyası ilişkisi İslam dünyası açısından hep negatif durumdadır, bundan sonrada böyle devam edeceği aşikârdır. BM’nin geçmiş ve günümüzdeki Müslümanlara uygulamaları bize bir şeyi göstermektedir ki düzen böyle devam ederse bundan sonrada benzer uygulamalar farklı İslam ülkelerinde görülecektir.
Burada Müslümanlara yapılan uygulamaları yazarken Müslümanlar olarak nerelerde eksikliğimiz olduğu için bu uygulamalara maruz kaldığımızı belirleyip bundan sonraki zamanlarda böyle uygulamalardan uzak kalabilmenin yollarını aramalıyız.
Müslümanlar olarak bazı gerçekleri unutmuş gibi hareket ettiğimizden bu acı gerçeklerle karşılaştığımızı bilmeliyiz. Bunlardan birisi ve en önemlisi Peygamberimizin Efendimizin buyurduğu ’Küfür tek bir millettir’ hadis-i şerifi ki yukarıda anlattığımız hadiseler İslam haricindeki bütün inanç sistemlerinin İslam’a karşı tek bir millet olduğunu göstermektedir.
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdır." (Enfâl Sûresi, 73) "Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara Sûresi, 217) Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara sûresi, 120) "Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i İmrân sûresi, 120)
Bu ve benzeri ayet-i kerimelerde küfrün İslam’a karşı hiçbir zaman hoşgörülü olmayacağı gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bunlardan ders çıkararak özümüze dönüşün yollarını aramalıyız.
İslam Dünyası aslında gücünün farkında değildir ve dolayısıyla da gücünü çağımıza kabul ettirememiştir. Kendi içerisinde bölünmüş bu büyük güç tevhit akidesinin gönüllere tam manasıyla yerleşmesiyle İslam dünyasını özüne döndürecek olan imandır. Evet Müslümanlar olarak en büyük gücümüz olan tevhîdî îmana dönerek Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılarak İslam kardeşliğini tesis etmekten başka bir kurtuluş reçetemiz yoktur.
Bu gün müslümanlardaki kalp dağınıklığı, iman zayıflığı, Kur’an ve Sünnet’e olan kayıtsızlık aslında İslam dünyasının yaşadığı bütün elim olayların birinci sebebidir. Şu âyet-i kerime bu konuyu ne güzel açıklamaktadır. ’Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.’ (Bakara sûresi, 85) İslam dünyası olarak perişanlığımız tevhid dini olan dinimiz İslam’a karşı kayıtsız kalışımızdandır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) etrafında Tevhîdî îmanı en güçlü bir şekilde kalbinde barındırarak bir araya gelen, 40-50 kişilik sahabe efendilerimizden oluşan ilk İslam topluluğu, bütün işkence ve eziyetlere rağmen yılmamış imanlarından taviz vermemişlerdir. Böyle olunca da güçlü iman ve sabırlarının karşılığını da sarsılmaz bir güç olarak kabul eden şirk ve küfür düzenini alaşağı ederek almışlardır. Sahabe efendilerimiz iman bakımından gerçekten güçlü idiler ve bu iman sayesinde birbirlerine kenetlenerek en güzel dayanışmayı ve gücü ortaya koymuşlardı. Onları böylesine bir kardeşlikte bir araya getiren gerçek İslam kardeşliği idi. Evs ve Hazreç kabileleri Müslüman olmadan önce birbirleriyle savaşırken Tevhidle müşerref olunca hemen kardeş oluvermişlerdir. Kardeşliklerine dünyalık hiçbir hesabı katmamışlardır.
Ya biz bugün ne haldeyiz. Müslümanlar olarak ilişkilerimiz tamamen çıkar ve güç çerçevesinde olmaktadır. Tevhîdî îmanı gerektirdiği İslâm kardeşliği nerede?.. Bakın ne haldeyiz ki birbirimizi sevememekte, birbirimizin derdiyle dertlenememekteyiz. Hal böyle olunca da dünyadaki bütün savaşlar, gözyaşı, zulüm bizim topraklarımız olan İslam coğrafyasında cereyan etmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe efendilerimizdeki (r.anhüm) îmana, dini yaşamaya ve İslam kardeşliğine dönmediğimiz sürece de bu böyle devam edecektir. Biz de İslam dünyası olarak BM bir şey yapmıyor diyerek dövünmeye devam edeceğiz. Her geçen gün Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) ve İslam hakkında her geçen gün artarak yayınlanan alaylı film, karikatür vd. küfrî saldırıları eli kolu bağlı ve aciz bir vaziyette nasıl böyle yaparsınız demekle yetineceğiz.
’Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta bir tek vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, öteki azalar da onun ızdırabına ortak olur ve rahatsızlık duyar.’ (Buhari, Edeb 27) hadis-i şerifi ancak kamil ve güçlü bir imanın neticesi olarak kalplerde yer edinir. Kalplerde yer edindikten sonra birbirine kenetlenen Müslümanlar Arakan’a, Suriye’ye, Filistin’e, Keşmir’e, zulüm altındaki bütün İslam dünyasına kayıtsız kalmaz, bekli de bu zulümleri onlara reva görenler buna cüret bile gösteremezler.
Biz Müslümanların öncelikli konusu bu durumda elimizin altındakilere Tevhîdî îmanı yaşamasını öğretmek, alıştırmak olmalı. Bu konuda bir benimle mi bu iş olacak dememeli, özellikle çocuklarımızı bu konuda iyi yetiştirmeye gayret göstermeliyiz. Falan Fen Lisesini kazansın, falan Üniversiteyi kazansın, bunları yaparken de iman, tevhid şimdilik onlarla uğraşılacak zaman değil, iler de bunları kendisine öğretmeye çalışırız anlayışı aslında en büyük tehlikemizdir. Tevhîdî îmanı kalbinde bulan çocuğum şimdi şu okula gitsin, şu işe başlasın da İslam’a, İslam dünyasına faydalı olsun anlayışında çocuk yetiştirmemiz kurtuluş reçetelerimizden bir tanesidir.
Rabbim bütün Müslümanlara îman, amel ve ahlâkta Sevgili Habibi’nin yolu üzere olmayı, gerçek İslam kardeşliğinde buluşmayı, birbirinin derdiyle dertlenmeyi, onlara zulüm ve insanlık dışı muameleleri reva görenlere Allah’tan gelecek bir nusret ile hesap sorabilecek bir güce ulaştıracak güçlü bir imana sahip olmayı nasip eylesin. Âmin
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.